SlideShare a Scribd company logo
1 of 169
Download to read offline
E. M. Cioran
Çürümenin Kitabı
•
� metis
•
•
E. M. Cioran
Çürümenin Kitabı
Fransızca yazan Rumen deneme yazan ve ahlakçısı Emil Mlc­
helCioran 8 Nisan 1911 'de Raslnari'de (Romanya) doğdu. On
yedi yaşında Bükreş Üniversitesi Felsefe Bölümüne girdi. Li­
sansını Bergson üzerine haıırladıgı bir tezle aldı. 1934'te Bük­
refte yayımlanan ilk kitabı Sur !es cimes du d�espoir (Ümit­
sizHğin Doruklanndal, kendisinın de kabul ettiği gibi, sonradan
Rumence ve Fransızca yaıdığı her şeyin özünü banndınr. Ha­
yatın trajik boyutundan habersiz olmakla suçladığı Bergsoncu­
luk'tarı o dönemde koptu. 1937'de, dlni bir krizin Crrrınü olan
ve tartışmalar yaratan kitabı Des Jarmes et dessaints (Gözyaş­
ları ve Aziıler Üzerine) yayımlandı. Aynı yıl, Bükre� FransızEıı>­
titüsünden b!r bur,- alarak Parls'e gitti ve oraya yerleşti. 1995
yılında Alzheimer hastalığından öldü.
1947'de Fransızca yazdığı ve Fransa'da yayımlanan ilk ki­
tabı olan Precis de decomposltion'u (1949; Çürümenin Kita­
bı. Metis) şu eserleri izledi (başlıcaları):Syllogismes de l'amer­
tume, 1952 (Bıırııklıık, Metis); la Tentatioıı d'exister, 1956
(Varo/ma Eğiflmi, Gendaş); Histoire ITT Utopie, 1960 (Tarih
ve Otopya, Metis); la Chute dans hı temps, 1965 (Zamanda
Düşüş); De/'inconvenientd'etrene, 1973 (Doğmıı�Olmanın
Sakıncası, Gendaş); Aveıı-,ı: et Anathi!:mes. 1981 (itiraflar ve
Aforozlar).
Melis'te yayımladıgımız Ezeli Mal,lııp (Entretiens, 1995)
yazar1a çeşitli tarihlerde yapılmıı siiy)e-şileri bir arayagetiıiyor.
Metis Yayınları
ipek Sokak 5, 34433 Beyoğlu. lstanbul
Tel: 212 2454696 Faks: 212 2454519
e-posta: info@metiskitap.com
www.metiskitap.com
Yayınevi Sertifika No: 10726
Çürümenin Kitabı
E. M. Cioran
Fransı:ı:ca Basımı: Pri'!cis de decomposltion
© Editions Galllmard, 1949
©Metis Yayınları, 1996, 2012
ilk Basım; Ocak 2000
Dördilncil Basım: Kasım 20�3
Yayıma Hazırlayan: Kaya Şahin
Kapak Tasanmı: Semih Sökmen
Kapak Resmi: Michael Mathfas Prechti, Portakallar, 1977
Dizgi ve Baskı Öncesi Hazırlık: Metis Yayıncılık Ltd.
Baskı ve Git: Yaylacık Matbaacılık Ltd.
Fatih Sanayi Sitesi No.12/197-203
Topkapı, /rtanbul TeJ: 212 5678003
Matbaa Sertifika No: 11931
ISBN-13: 978-975-3,42-266-6
E. M. Cioran
Çürümenin Kitabı
Fransızca'dan Çeviren:
Haldun Bayrı
�metis
İçindekiler
ÇÜRÜMENİN KİTA BI 7
TESADÜF! DÜŞÜNÜR 93
GERİLEMENİN ÇEHRELERİ 106
AZİZLİK VE MUTLAGIN
YÜZ BURUŞTURMALARI 119
BİLGİNİN DEKORU 134
EL ETEK ÇEKME 139
ÇÜRÜMENİN KİTABI
l'lljoirı wilh blackdespairagainstmy sou�
Andtomyseifbecome arı enemy.
Yeisle birleşeeeğim ruhumakarşı,
Ve düşmanıolacağım kendimin.
- IIL RTCHARD
FANATİZMİN ŞECERESİ
Aslında her fikir yansızdır, ya da öyle olmalıdır; ama insan onu can­
landınr, alevlerini ve cinnetlerini yansıtır ona; saflığını yitinniş, inan­
ca dönüştürülmüş fikir, zaman içindeki yerini alır, bir olay çehresine
bürünür; Mantıktan sara hastalığına geçiş tamamlanmış olur... İdeolo­
jiler, doktrinler ve kanlı şakalar böyle doğar.
İçgüdüsel olarak putlara taptığımızdan, düşlerimizin ve çıkarlan­
mızın nesnelerini kayıtsız şartsız şeyler haline getiririz. Tarih, bir
Sahte Mutlaklar Geçidi'nden, bahaneler adına dikilmiş bir tapınaklar
dizisinden, zihnin Gayri Muhtemel önünde küçülmesinden ibarettir.
Dinden uzaklaştığında bile insan dine tabi kalır; bütün çabasıyla tann
benzerleri yaratır, sonra da benimser bunlan ateşlilikle: İçindeki kur­
gu ihtiyacı, mitoloji ihtiyacı, apaçık gerçeğin ve gülünçlüğün üstesin­
den gelir. Bütün cinayetlerinin sorumluluğu tapma gücündedir: Bir
tannyı yakışıksızca seven kişi, başkalannı da onu sevmeye zorlar, bu­
na raı:ı olmazlarsa onları yok etmeye de hazırdır. Hiçbir hoşgörüsüz­
lük, ideolojik taviz vermezlik veya din yayıcılığı yoktur ki, şevkin
hayvani temelini açığa vurmasın. Hele insan ilgisizlik melekesi'ni bir
yitirsin: Potansiyel bir katil haline gelir. Hele.fikrini tannya dönüştür­
sün: Bunun sonuçlan sayılamayacak kadar çoknır. Ancak bir tanrı ya
da tanrı taklitleri adına insan öldürülür: Akıl Tannçası'nın. ulus, sınıf
ya da ırk fikrinin yol açtığı aşınlıklar Engizisyon'un ya da Reform'un­
kilerle akrabadır. Kanlı marifetler konusunda coşku dönemlerinin
üzerine yoktur: Azize Tereza ancak yakılan insanlarla çağdaş olabilir-
8 ÇÜRÜMENtN J<lTABI
di, Luther de köylü katliamlanyla... Mistik krizlerde, kurban iniltile­
riyle vecd iniltileri birbirine paraleldir... Darağaçları, zındanlar, hüc­
reler, ancak bir imanın gölgesinde çoğalır - ruhu hepten sarmış olan o
inanma ihtiyacının gölgesinde. Bir doğruyu, kendi doğrusunu elinde
bulunduran kişinin yanında şeytan bile epey soluk kalır. Neronlar'a,
Tiberiuslar'a karşı adaletsiz davranıyoruz: Ayrılıkçılık kavramını hiç
de onlar icat etmemiştir: Katliamlarla kendini oyalayan, çığrından
çıkmış hayalciler olmuşlardır sadece. Hakiki' katiller, dini veya siyasi
düzeyde bir ortodoksluk kuranlardır; mümin ile mezhep sapkını ara­
sında ayrım yapanlardır.
Fikirlerin birbirinin yerine geçebildiğini kabullenmemekte ısrar
edilince, kan akar... Kesin kararlann altından bir hançer yükselir;
alevli gözler cinayet habercisidir. Hamlet'ten etkilenmiş mütereddit
bir ruh asla zarara yol açmamıştır: Kötülüğün ilkesi irade gerilimin­
dedir, huzuru yaşayamamaktadır; tıka basa ideallerle dolu, kanaatleri­
nin ağırlığı altında patlayan ve şüpheyle tembelliği -bütün faziletle­
rinden daha soylu zaaftan- alaya almakla gönül eğlemiş olduğu için,
nıahvolduğu bir yola, tarihe, o densiz sıradanlık ve kıyamet kanşımı­
na ginniş olan bir ırkın Prometheus'vıi.ri megalomanisindedir... Orada
kesinlikler çoktur: Bunlan kaldınn, özellikle de sonuçlannı kaldırın:
Cenneti yeniden kurarsınız. Düşüş, bir doğrunun peşine takılma ve
onu bulmuş olmaktan emin olma değilse; bir dogma için duyulan tut­
ku, bir dogınanın içine yerleşme değilse nedir? Bundan fanatizm do­
ğar -insana işgörür olma, peygamberlik yapma ve terör zevkini veren
temel kusur-, o lirik cüzzam aracılığıyla ruhlara bulaşır, boyun eğdi­
rir; anlan ezer ya da taşkınlaştınr... Bunun elinden bir tek kuşkucular
kurtulur (ya da miskinler ve estetler), çünkü hiçbir şey önermezler,
çünkü -insanlığın hakikl" velinimetleri olan onlar- tarafgirlikleri yok
eder ve içlerindeki sayıklamayı tahlil ederler. Bir Pyrrhon'un� yanın­
da, kendimi bir Aziz Paulus'un yanında olduğundan daha güvenlikte
hissederim; nüktedan bir bilgeliğin, zincirinden boşanmış bir azizlik­
ten daha yumuşak olması nedeniyle... Ateşli bir ruhta, kılık değiştir­
miş bir avcı hayvan bulunur; kişi, bir peygamberin pençelerinden ko­
lay kolay kurtulamaz... İster sema adına, ister site veya ba§ka bahane­
ler adına sesini yükselttiğinde, uzaklaşın ondan: Yalnızlığınızın sati­
ridir, onun hakikatlerinin ve taşkınlıklannın berisinde yaşamantzı af­
fetmez; histerisini, varını yoğunu onunla paylaşmanızı ister; bunu si-
• KuşkuculukokulununM.Ö. 365-275 yıllarındayaşamı�o!ruıkorucusu.(ç.n.)
ÇÜRÜMENiN KlTABI '
ze dayatmak ve sizi tanınmaz hale getinnek ister. Bir inanç tarafından
ele geçirilip onu ötekilere iletmeye çalışmayan insan, seliimet saplan­
tısının hayatı soluksuz bıraktığı bir yer olan yeryüzüne yabancı bir
olaydır. Etrafınıza bakın: Her tarafta vaaz veren solucanlar; her ku­
rum bir misyonu dile getirir; tapınaklar gibi belediyelerin de mutlak­
ları vardır; yönetimin ise yönetmelikleri - maymunların kullanımına
yönelik metafizik... Hepsi de bütün insanların yaşamına çare bulmaya
çabalar: Dilenciler ve şifasız hastalar bile buna can atarlar: Dünya kal­
dırımları ve hastaneler reformcularla dolup taşar. Olay kaynağı haline
gelme isteği, her birinin üzerine zihinsel bir karışıklık, ya da kişinin
kendi istediği bir !il.net gibi etki eder. Toplum - bir kurtarıcılar cehen­
nemi! Diogenes'in elinde lambasıyla aradığı, ilgisizbiriydi...
Birisinin idealden, gelecekten, felsefeden içten bir şekilde söz etti­
ğini, emin bir ses tonuyla "biz" dediğini, "diğerleri"ni andığını duy­
mam; kendini onların tercümanı olarak gördüğüne şahit olmam onu
kendime düşman görmem için yeterlidir. Onda bir tiran müsveddesi,
aşağı yukarı bir cellat görürüm; tiranlar kadar, büyük cellatlar kadar
nefrete müstahaktır. Her imanın bir tür terör icra etmesindendir bu; ve
bunu yerinegetirenin "saflar" olması, olayı daha da ürkütücü hale ge­
tirir. Kurnazlara, düzenbazlara, zirzoplara güvenilmez; halbuki tarih­
teki hiçbir büyük kargaşa onlara isnat edilemezdi; hiçbir şeye inanma­
dıkları için ne yüreklerinize ne de artdüşüncelerinize karışırlar; sizi
kendi gevşekliğinizin, ümitsizliğinizin ya da yararsızhğınızın eline
bırakırlar; insanlık yaşadığı azıcık refah anlarını onlara borçludur: Fa­
natiklerin işkence ettiği ve "ldealistler"in batırdığı halkları kurtaran
onlardır. Doktrinsizdirler, sadece kaprisleri ve çıkarlan vardır; ilkeli
despotizmin yol açtığı yıkımlardan bin kere daha dayanılır olan
uyumlu zaaflardır bunlar. Zira hayattaki bütün kötülükler bir "hayat
anlayışı"ndan ileri gelir. Olgunlaşmış bir siyaset adamı, eski Sofist­
ler'in çalışmalarını derinleştirmeli ve şan dersleri almalıdır; - bir de
yolsuzluk dersleri...
Fanatik ise yolsuzluğa kapılmaz: Bir fikir uğruna öldürüyorsa,
onun için pekdlii. ölebilir de; her iki durumda da, tiran veya şehit de ol­
sa, bir canavardır. Bir inanç için acı çekmiş olandan daha tehlikeli
varlık yoktur: En büyük zalimler, kafası kesilmemiş mazlumlar ara­
sından çıkar. Acı, güç iştahını azaltmak şöyle dursun, onu azdırır; zi­
hin de kendini bir soytarının meclisinde bir kurbanınkinden daha ra­
hat hisseder; onu, bir fikir için ölünen gösteriden daha fazla tiksindi­
ren hiçbir şey yoktur... Yücelik ve kan dökmeden bıkıp usandığl için,
O ÇÜRÜMEN!N KiTABI
evrenle eş düzeyde bir taşra sıkıntısının; şüphenin bir olay ve ümidin
bir musibet gibi görüneceği değişmezlikte bir Tarih'in hayalini ku­
rar...
ANTİ-PEYGAMBER
Her insanın içinde bir peygamber uyuklar ve o uyandığında, dünya­
daki kötülükbiraz dahaartar...
Vaaz verme çılgınhğı içimizde öylesine yer etmiştir ki, korunma
içgüdüsünün bilmediği derinliklerden doğar. Her insan, kendinin bir
şey önereceği iirıı bekler: Ne önerdiği önemli değildir. Bir sesi vardır
ya, o yeter. Ne sağırne dilsiz olmanın bedelini pahalıya öderiz...
Çöpçüsünden züppesine kadar herkes, cinai cömertliğinin kese­
sindenharcar; hepsi, mutluluk reçeteleri dağıtır; hepsi, herkesin adım­
larına yön vennek ister: Ortaklaşa hayat, bundan ötürü tahammül edil­
mez birhale gelir; insanın kendi hayatı daha da çekilmez olur: Başka­
larının işlerine hiç karışmadığı zaman kişi kendi işleri için o kadaren­
dişeduyarki, kendi "benliği"ni birdineçevirir, yada tersten havarilik
yaparak "benliği"ni yok sayar: Evrensel oyunun kurbanıyızdır...
Varoluşun veçhelerinegetirilençözüm önerilerinin bolluğu, ancak
bu önerilerin nafılelikleriylemukayese edilebilir. Tarih: İdeal imalat­
hanesi... huyu suyu belli olmayan mitoloji, sürülerin ve yalnızlann
taşkınlıkları... gerçekliği olduğu haliyle tasarlamanın reddi, ölümcül
kurgu açlığı...
Fiiliyatımıztn kaynağı, kendimizi zamanın merkezi, nedeni ve so­
nucu zannetmeye bilinçsizce meyilli olmamızdadır. Reflekslerimiz
ve gururumuz, teşkil ettiğimiz et ve bilinç parçasını bir gezegene dö­
nüştürür. Eğer dünyadaki konumumuzu doğru olarak anlayabilsey­
dik; eğer kıyaslamak, yaşamak'tan ayrılmaz olsaydı, mevcudiyetimi­
zin ufaklığının açığa çıkması bizi ezerdi. Ama yaşamak, kendi boyut­
lanna karşı körleşmektir...
Bütün fiiliyatımız -soluk almaktan imparatorluklar ya da metafi­
zik sistemler kurmaya kadar- kendi önemimiz hakkında bir yanılsa­
madan, bilhassa da peygamberlik içgüdüsünden çıktığına göre, kendi
hükümsüzlüğünü doğru bir şekilde görmesi durumunda, işe yarar ol­
maya ve kendini kurtarıcı gibigöstermeye kimçalışırdı ki?
"İdeal"siz birdünya, doktrinsiz bir can çekişme, yaşamsız birebe­
diyet hasreti... Cennet... Fakat kendimizi oyalamaksızın bir saniye bi-
ÇÜRÜMENiN KITABI ı ı
le var olamazdık: İçimizdeki peygamber, bizi kendi boşluğumuzda
ihya eden deli tarafımızdır.
İdeal bir şekilde zihni açık, yani ideal bir şekilde nornıal insan,
içindeki hiçlik'ten başka hiçbir şeye tutunmamalıdır... Onu işittiğimi
farzediyorum: "Amaçtan, bütün amaçlardan koparılmışım: arzuları­
mın ve buruk:luklarımın sadece formüllerini muhafaza ediyorum. So­
nuca bağlama eğilimine direndiğim için ruhu yendim; tıpkı hayatı da,
onun içinde çözüm aramaktan dehşete kapılarak: yendiğim gibi... İn­
sanın seyri - ne mide bulandırıcı şey! Aşk- iki tükürüğün karşılaşma­
sı... Bütün duygular mutlak:lannı salgı bezlerinin sefilliğinden alırlar.
Asalet varoluşun yadsınmasındadır, harap olmuş manzaralara tepe­
den bakan bir tebessümdedir yalnızca.
(Vaktiyle bir "benliğim" vardı; artık sadece bir nesneyim... Yalnız­
lığın bütün uyuşturucularını tıka basa alıyorum; dünyanın uyuşturucu­
ları bana benliğimi unutturamayacak: kadar hafiftiler. İçimdeki pey­
gamberi öldürmüş olduğuma göre, nasıl olur da insanlar arasında h§.lii
bir yerim olabilir ki?)
TANIMLAR MEZARLIG-INDA
"Artık benim için hiçbir şey konu olamaz, zira bütün şeylerin tanımını
verdim," diye haykıran bir zihin tahayyül edebilir miyiz acaba? Böyle
bir şeyi tahayyül edebilsek bile, süre içinde nasıl konumlandırılır bu?
Bizi çevreleyen şeylere, onlara isim verdiğimiz -ve ötelerine geç­
tiğimiz- ölçüde tahammül ederiz. Ama, bir şeyi bir tanımla benimse­
mek, ne kadar keyfi olursa olsun -ne kadar keyfiyse o kadar da va­
himdir, çünkü bu durumda ruh bilginin önüne geçer- o şeyi dışlamak­
tır; onu yavanlaştırmak ve yersizleştirmektir, yok etmektir. Avare ve
münhal bir zihin --dünyayla da yalnızca uyku sayesinde bütünleşen
bir zihin- şeylerin isimlerini çoğalnnak, içlerini boşaltmak ve yerleri­
ne fonnüller koymaktan başka hangi işi icra edebilir? Sonra, şeylerin
yıkıntıları üzerinde ilerler; artık ihsas yoktur: Yalnızca hauralar. Her
formülün altında bir kadavra yatmaktadır: Varlık veya nesne, mahal
verdiği bahanenin altında ölür. Zihnin havai ve uğursuz hovardalığı­
dır bu. Ve bu zihin isimlendirdiği ve kayda düştüğü şeylerin içinde
kendini de heba etmiştir. Sözcüklere il.şık olduğu için, ağır sessizlik·
12 ÇÜRÜMENiN KiTABi
]erdeki esrardan nefret ediyordur ve bu sessizlikleri hafifleştirip saf­
laştınr: Bu zihnin kendisi de hafif ve saf bir hale gelmiştir, çünkü her
şeyin yükünü atmış ve her şeyden arınmıştır. Tanımlama zaafı, onu
merhametli bir cani ve uysal bir kurban haline getirmiştir.
Ruhun zihne yaydığı ve ona canlı olduğunu hatırlatan tek leke de
böylece silinmiştir.
UYGA R L I K V E I-IAVAİI.İK
Küstah ve leziz zihinler eserlerin ve şaheserlerin dokularına ince hor­
görti ve hercai alaylardan saçaklar eklemeselerdi, onların aşınmış küt­
lesine ve derinliğine nasıl dayanabilirdik? İncelikleriyle toplumun
hem doruklarına hem de kıyısına yerleşen o sevimli varlıklar olmasa,
ataletle görgünün zeki ve beyhude zaaflara gereksiz yere kattığı yasa­
lara, adetlere, kalpten kopan pasajlara nasıl tahammül ederdik?
Ciddiyeti kötüye kullanmamış, değerlerle oynarruş, bu değerleri
meydana getinnekten ve yok etmekten büyük bir zevk almış uygar­
lıklara minnettar olmak gerekir. Yunan ve Fransız uygarlıklan dışın­
da, şakacı bir zihin açıklığıyla şeylerdeki zarif hiçliğin gösterisini su­
nan bir uygarlık biliyor muyuz? Alkibiades'in dönemi ile on sekizinci
yüzyılFransası iki teselli kaynağıdır. Halbuki diğer uygarlıklar, haya­
ta bir yararsızlık lezzeti veren o neşeli icraatın tadını ancak son aşa­
malarında, bütün bir inanç ve gelenek sisteminin çöküşünde alabil­
mişlerdir� bu iki yüzyıl ise, her şeye karşı kaygısız olan ve her şeyi
kabul eden can sıkıntısını en olgun çağlarında, güçlerine ve geleceğe
tam anlamıyla mfilikken yaşamışlardır. Bir yandan hayata lclnet okur­
ken yine de hayattaki burukluğun hoşluklarını tadan, yaşlı, kör ve ile­
ri görüşlü Madam du Deffand'dan iyi bir simge var mıdır?
Hiç kimse havaJ!iğe hemen ulaşamaz. O bir ayrıcalık ve bir sanat­
tır; her tür kesinliğin imkansız olduğunun farkına varan ve kesinlik­
lerden tiksinen kimselerdeki yüzeysellik arayışıdır; doğal bir şekilde
dipsiz oldukları için hiçbir yere götüremeyecek uçurumlardan uzağa
kaçıştır.
Bununla birlikte, geriye görünümler kalır: Neden bunları bir üslti.p
düzeyine yükseltmeyelim? Bütün akıllı devirlerin tanımı buradadır.
İfadeyi taşıyan ruhtan ziyade, ifadenin kendisine; sezgiden ziyade te­
veccühe itibar edilen noktaya varılır; heyecan bile nazik bir hale ge-
ÇÜRÜMENiN KlTABI 13
lir. Hiçbir zarafet önyargısı taşımayan, kendi kendine teslim edilmiş
olan varlık bir canavardır; kendi içinde, sadece elikulağında terörün
ve inkarın kol gezdiği karanlık bölgeler bulur. Ölmekte olduğunu bü­
tün canlılığıyla bilmek ve bunu gizleyememek bir barbarlık eylemi­
dir. Her samimi felsefe, sırlarımızı eleyen ve istenen etkilere dönüş­
türme işlevi gören uygarlığın unvanlarını inkfir eder. Böylece havai­
lik, olduğumuz gibi olma derdine karşı en etkiii panzehir haline gelir:
Onun aracılığlyla dünyayı kötüye kullanırız ve derinliklerimizde ya­
tan yakışıksızlığı gözlerden saklarız. Onun hünerleri olmasa. bir ruh
sahibi olmaktan ötürü nasıl yüzümüz kızarmazdı'? Aşın hassas yalnız­
lıklarımız, ötekiler için ne cehennemdir! Ama hep onlar için, bazen de
kendimiz için icat ederiz görünümlerimizi...
T A N R I'NIN İ Ç İ ND E YOK O L M A K
Farklı özüne itina gösteren ruh, kaçındığı şeyler tarafından her adım­
da tehdit edilir. Dikkati -en büyük ayrıcalığı- onu sık sık terk ettiği
için, kaçmak istediği eğilimlere boyun eğer, ya da murdar sırlara yem
olur... Bizi hayvanlara ve nihai meselelere yakınlaştıran bu korkulan,
bu titremeleri, bu başdönmelerini kim yaşamamıştır ki? Dizlerimiz
bükülmeden titrer, ellerimiz kavuşmadan birbirini arar, gözlerimiz
hiçbir şey görmeden yukarı bakar... Cesaretimizi pekiştiren o dikey
kibri, bizi gösteri yapmaktan muaf tutan duyguyu, o hareketlerden
dehşet duyma duygusunu muhafaza ederiz; gülünçlük derecesinde
ifadeye gelmez olan bakışları örtmek için, gözkapaklarımızın yardı­
mını da... Kayıp gitmemiz yakındır, ama kaçınılmaz değildir; ilginç
bir kazadır, ama hiç yeni değildir; korkulanmızın ufkunda şimdiden
bir tebessüm doğmaktadır... duanın kucağına hiç düşmeyeceğizdir...
Zira sonunda O kazanmamalıdır; büyük harfle yazılan ismini lekele­
mek, istihzamıza düşer; saçtığı titremeleri dağıtmak da yüreğimize...
Böyle bir varlık gerçekten olsaydı; zayıflıklarımız kararlarımıza.
derinliklerimiz sınamalanmıza üstün gelseydi, o zaman hfilfi düşün­
meyi sürdürmek beyhude olmaz mıydı? Madem ki zorluklarımız hal­
lolmuş, sorularımız askıya alınmış ve büyük korkularımız yatıştınl­
mış... Fazla kolay olurdu bu. Her mutlak-şahsi veya soyut-, sorunlan
es geçmenin bir tarzıdır; sadece sorunları değil, duyuların paniğinden
başka bir şey olmayan köklerini de...
14 ÇÜRÜMENiN KlTABJ
Tanrı: Ürküntümüzün üzerine dosdoğru düşüş; hiçbir ümide kan­
mayan arayışlarımızın ortasına yıldırım gibi inen selfunet; tesellisiz
kalmış ve zaten teselli edilmek de istemeyen kibrimizin dolambaçsız
bir biçimde geçersizleşmesi; bireyin kızağa çekilme yolunda ilerle­
mesi; endişe noksanlığı yüzünden ruhun işsiz kalması...
imandan daha büyük bir feragat var mıdır? İman olmadığında son­
suz sayıda çıkmaza girildiği doğrudur. Ama hiçbir şeyin sonunun hiç­
bir şeye çıkmadığını; evrenin, hüznümüzün bir yan-üıünü olduğunu
bile bile, bu ayak sürüme ve kafamızı yere göğe vura vura ezme zev­
kinden kendimizi niye mahrum edelim?
Atadan kalma ödlekliğimizin bize önerdiği çözümler, entelektüel
edebinden yan çizmenin en beter yollarıdır. Yanılmak, kandınlrnış
olarak ya�ma.k ve ölmek; insanların yaptığı budur. Ama bizi Tan­
rı'nın içinde yok olmaktan koruyan ve bütün anlanroızı, hiç etmeye­
ceğimiz dualara dönüştüren bir haysiyet de vardır.
ÖLÜM Ü Z E R İ N E Ç E Ş İTLE M E L E R
1. - Hiçbir şeye dayanmadığı için, bir gerekçenin gölgesi bile bulun­
madığı için, hayatta sebat ederiz. Ölüm fazla kesindir; bütün sebepler
onun tarafında bulunur. İçgüdülerimize esrarengiz gelir; düşünüşü­
müzün önünde, berrak ve itibarsız bir halde, biJinmeyerıirı sahtecazi­
besi olmaksızın belirir.
HükQmsüz sırları biriktire biriktire, anlamsızlığı tekeline ala ala,
hayat ölümden fazlaürküntü verir: BüyükMeçhul odur.
Bunca boşluk ve anlaşılmazlık nereye varabilir? Günlere tutunu­
ruz, çünkü ölme arzusu fazla mantıksaldır, bundan dolayı da işe yara­
mazdır. Hayat belirgin, tartışılmaz açıklıkta tek bir gerekçeye sahip
olsaydı kendini yok ederdi; içgüdüler ve önyargılarTutarlılık'la tema­
sa geçtiklerinde ortadan kalkarlar. Soluk alan her şey teyit edileme­
yenle beslenir; birazcık mantık ilavesi bile, varoluş -Sağduyusuzluk
çabası- için uğursuz olurdu. Hayata sarih bir anlam verin: Henıen o
an cazibesini yitirir. Hedeflerindeki belirsizlik onu ölümden üstün kı­
lar; bir nebze sarahat bile onu mezarlar kadar bayağılaştırabilirdi. Zi­
ra hayatın anlamını konu alan bir müspet bilim yeryüzünü bir günde
ıssız bırakırdı; Arzu'nun verimli gayri muhtemelliğini de hiçbir çılgın
yeniden canlandıramazdı.
ÇÜRÜMENiN KtfABI 15
il. -İnsanlar, en nazlı ölçütlere göre sınıflandınlabilir: mizaçları­
na göre; eğilimleri, düşleri ya da salgı bezlerine göre... Kravat değişti­
rir gibi fikir değiştirilir; zira her fikir, her ölçüt, dışarıdan, zamanın bi­
çinılenişlerinden ve tesadüflerinden gelir. Fakat kendimizden gelen,
kendimiz oları bir şey varciır; görünmez, ama içsel olarak teyit edile­
bilir bir gerçeklik; her an kavranabilen ve hiçbir zaman kabullenmeye
cesaret edilmeyen ve ancak tüketilmeden önce gündeme gelen uygun­
suz ve ezeli bir mevcudiyet: Ölümdür bu, hakiki ölçüt odur... Bütün
canlıların en mahrem boyutu olan ölüm, birbirine indirgenemeyen iki
düzene ayırır insanlığı... Bu iki düzen arasındaki mesafe, bir akbabay­
la bir köstebek, bir yıldızla bir tükürük arasındakinden de fazladır...
Ölüm duygusu olan insanla bu duyguya hiç sahip olmayan arasında,
iletişimi mümkün oln1ayan iki dün)·anln uçurumu aç1.l1r, bununla bir­
likte ikisi de ölür; fakat biri ölümünden habersizdir, ötekiyse bunu bi­
lir; biri sadece bir anda ölür, ötekiyse sürekli ölmektedir... Ortak ko­
şullan ikisini de birbirine karşıt uçlara yerleştirir; iki aşın uca ve aynı
tanımın içine; uzlaşmaz!ıklıı.nyla aynı kadere maruz kalırlar... Biri
sanki ebediymiş gibi yaşar; öteki d�vamlı olarak ebediyetini düşünür
ve bunu her düşüncesinde inkiir eder.
Hiçbir şey hayatımızı değiştiremez, hayatı iptal eden kuvvetlerin
içimize aşama aşama sızması dışında hiçbir şey. Ne büyümemizdeki
sürprizler, ne de yeteneklerimizin serpilmesi hayata yeni bir ilke ka­
tar; hayatın nezdinde ancak tabildironlar. Tabif olan hiçbir şey de bizi
kendimizden başka bir şey haline getiremez.
Ölümün önbelirtisi olan her şey, hayata bir yenilik meziyeti katar,
onu dönüştürür ve büyütür. Sağlık, hayatı olduğu halde, kısır bir kim­
lik içinde muhafaza eder; oysa hastalık bir faaliyettir; insanın sergile­
yebileceği en yoğun faaliyet, kendini kaybetmiş ve... duraklamalı bir
harekettir; hareket göstermeksizin bol bol enerji sarfetmektir, tamiri
imkfuısız bir gök parıltısını düşmanlıkla ve tutkuyla beklemektir.
111. -Ölüm saplantısına karşı, aklın gerekçeleri gibi ümidin kaça­
maklannın da işe yaramaz olduğu ortaya çıkar: Anlamsızlıklan, ölme
iştahını azdırmaktan başka şeye yaramaz. Bu iştahın üstesinden gel­
mek için bir tek "yöntem" vardır: Bunu sonuna kadar yaşamak; tüm
hazlarına, tüm boğucu sıkıntılanna maruz kalmak; bundan kaçmak
için hiçbir şey yapmamak. Doyasıya yaşanan her saplantı kendi aşın­
lıklarıyla kendini ortadan kaldırır. Ölümün sonsuzluğu üzerinde dura
dura düşünce bunu yıpratmayı başarır, bizi bundan tiksindirir; bu rıe-
16 ÇÜRÜ11ENIN KtrAB!
gatiffazlalığın elinden hiçbir şey kurtulmaz; ölümün itibannı tehlike­
ye düşürüp azaltmadan önce, bize hayatınboşunalığını gösterir.
Kendini bunaltının zevklerine kaptırmamış; düşüncelerinde, sö­
nüp gitme tehlikesinin lezzetine bakmamış, zalim ve yumuşak yok
oluşların tadını almamış kişideki ölüm saplantısı hiç iyileşmeyecek­
tir: Bunun ıstırabını çekecektir, çünkü buna direnmiş olacaktır; oysa
bir dehşet disiplininde ustalaşmış kişi, kendi kokuşmuşluğu üzerine
düşünerek kendini kararlılıkla kül haline getirmiş kişi, ölümün geç­
mişi'ne doğru bakacaktır - kendisi de artık yaşayaınayan. bir dirif­
miş'ten başka bir şey olmayacaktır. "Yöntem"i onu hem hayattan hem
ölümden kurtarmış olacaktır.
Her esaslı tecrübe uğursuzdur: Varoluşun katmanlannda bir kalınlık
noksanlığı vardır; bunları kazan yürek ve varlık arkeoloğu, arayışları­
nın sonunda boş derinliklerle karşılaşır. Görünümlerin zırhını boş ye­
re özlemle arayacaktır.
Sözüm ona en yüksek sırların ifşaatı olan Antik Esrar'dan bize bil­
gi konusunda hiçbir şey intikal etmemiştir. Herhalde müptedilerin
hiçbir şey aktarmama zorunlulukları vardı; fakat yine de aralarından
tek bir gevezenin çıkmamış olması akıl alır gibi değildir; bir sırda
böylesine inat etmekten daha ters bir şey var nudır insanın tabiatına?
Aslında hiçbir sırrın olmamış olmasındandır bu; olup biten il.yinler ve
ürpertilerdir. Perdeler kaldınldığında, ortaya sonsuz uçurumlardan
başka ne çıkabilirdi? Sadece hiçliğin sırlarına giriş yapılabilir� ve
canlı olmanın gülünçlüğünün.
...Yanılgıdan kurtulmuş yüreklerin katılacağı bir Eleusis töreni*
düşünüyorum, tanrılann ve yanılsama ateşliliğinin olmadığı açık bir
Esrar...
A N L A R I N KIYISINDA
Şeylerden aldığımız zevki ayakta tutan ve şeylerin hfilii var olmasını
sağlayan, ağlamanın imkansızlığıdır: Tatlanru tüketmemize ve bun­
lardan yüz çevirmemize engel olur. Onca yolun ve kıyının üzerinde,
gözlerimiz kendi içlerinde boğulmayı reddettikleri zaman, kuruluk.la-
*Dinisırlanaçıklamak için yapılantörenler.(ç.n.)
ÇÜRÜMENiN KiTABI 17
nyla, hayran olduk.lan nesneyi koruyorlardır. Gözyaşlanmız tabiatı
heba eder, kendinden geçişler de Tanrı'yı... Ama sonunda, bizi de he­
ba ederler. Zira ancak en yüksek arzularımızı serbest mecralanna bı­
rakmayı reddederek oluruz: Hayranlığımızın ya da hüznümüzün çem­
berine giren şeyler, sadece onları sulu vedaanrnızla kurban etmediği­
miz ve kutsamadığımız için orada kalırlar.
...Böylelikle, her geceden sonra, kendimizi yeni bir günün karşı­
sında bulduğumuzda, o günü doldunna gerekliliğinin gerçekleştirile­
mez oluşu içimizi ürküntüyle doldurur; ve ışık içinde nerede olduğu­
muzu şaşırmış bir halde, sanki dünya az önce sarsılmış ve kendi Yıl­
dız'ını icat etmiş gibi, bir teki bile bizi zamanın dışına çıkarmaya yete­
cek olan gözyaşlarından kaçarız.
ZAMANIN PARÇALARININ BİRBİRİNDEN AYRILMASI
Anlar birbirini izler: Bir kapsamları olduğu yanılsamasına, ya da bir
anlamlan olduğu hayaline kapılmak için hiçbir sebep yoktur; cereyan
ederler; seyirleri bizim seyrimiz değildir; sersem bir algıya hapsol­
muş bir şekilde ak.ışını seyre dalarız onların. Zaman boşluğunun
önünde yürek boşluğu: Karşı karşıya, birbirlerine yokluklarını yansı­
tan iki ayna, aynı hiçlik görüntüsü... Hayalperest bir budalalığın etkisi
altındaymış gibi, her şey aynı seviyeye gelir: Artık doruklar da yok­
tur, uçurumlar da... Yalanlardaki şiir, bir muammanın dürtüsü artık
nerede keşfedilir?
Sıkıncıyı hiç bilmeyen ki�i, çağların doğuşundan önceki dünyanın
çocukluğunda bulunmaktadır lıfilii; ahı gitmiş vahı kalmış, kendi bo­
yutlarına aldırmayan o yorgun zamana, kendi geleceğinin eşiğindey­
ken aniden bir yadsıma lirizmi mertebesine çıkartılmış maddeyi de
beraberinde sürükleyerek çöken zamana kapalı kalır. Sıkıntı, kendi
kendine yarılan zamanın içimizdeki yankısıdır... boşluğun açığa çık­
masıdır, hayatı destekleyen-ya da icat eden- o sayıklamanın kuruma­
sıdır...
Değer yaratan insan, tam anlamıyla sayıklayan varlıktır; bir şeyin
var olduğu inancından mustariptir, oysa nefesini tutması kiifidir: Her
şey durur. Heyecanlarını askıya alsa: Artık hiçbir şey titremez olur.
Kaprislerini ortadan kaldırsa: Her şey soluklaşır. Gerçeklik aşırılıkla�
nmızın, ölçüsüzlüklerimizin ve dengesizliklerimizin bir eseridir. Çar-
18 ÇÜRÜMENiN KlTAB[
pıntılarımızı frenleyebildiğimizde: Dünyanın akışı yavaşlar. Ateşlili­
ğimiz olmasa, mekiin buz tutar. Zaman bile, birazcık zihin açıklığıyla
çırılçıplak ortaya çıkacak o dekoratif evreni doğurduğu için arzuları­
mız, akmaktadır. Birazcık açıkgörilşlülük, en baştaki durumumuza
indirger bizi: Çıplaklık. Azıcık istihza, kendimizi aldatmamıza ve ya­
nılsamayı hayal etmemize imkiin veren o gülünç görünüşlü ümitler­
den arındırır: Aksi yönde her yol hayatın dışına götürür. Can sıkıntısı
bu güzergahın başlangıcıdır sadece... Zamanın fazla uzun olduğunu
hissettirir bize - bir erek gösterme yeteneğine sahip değildir. Her nes­
neden kopmuş olan, dışarıdan özümleyecek hiçbir şeyi de olmayan
bizler ağır ağır kendimizi imha ederiz, çünkü gelecek bize bir oluş ne­
deni sunmak.tan çıkmıştır.
Sıkıntı bize, zamanın aşımı değil de yıkımı olan bir ebediyeti ifşa
eder; bıitıl inanç noksanlığından çürümüş ruhların sonsuzudur o:
Kendi düşüşlerinin peşinde olan şeylerin kendi etraflarında dönmele­
rine hiçbir şeyin engel olmadığı düz bir mutlak.
Hayat sayıklama içinde yaratılır ve sıkıntı içinde dağılır.
(Belirgin bir dertten mustarip olan kişinin şikftyet etmeye hakkı
yoktur: Onun bir meşgalesi vardır. Ağır hastalar hiç sıkılmazlar: Has­
talık içlerini doldurur, tıpkı büyük suçluları vicdan azabının besleıne­
si gibi. Zira her yoğun acı doluluk benzeri bir durum yaratır ve bilin­
ce, içinden çıkamayacağı korkunç bir gerçeklik sunar; oysa sıkıntı de­
nen o zaman matemindeki madde'siz acı, bilincin karşısına, onu ka­
zançlı bir girişime zorlayan hiçbir şey çıkannaz. Yeri belirlenemeyen
ve hiç sarih olmayan, iz bırakmadan vücudun üstüne çöken, ruha işa­
ret venneden sızan bir dert nasıl iyileştirilir? Bu dert, atlattığımız, fa­
kat imkıinlarımızı, dikkat rezervlerimizi kurutan; bizi, boğucu sıkıntı­
larımızın yok olması ve ıstıraplarımızın uçup gitmesinin ardından ge­
len boşluğu doldurmaktan aciz bırakan bir hastalığa benzer. Zaman
içindeki bu yurtsuzlaşnıanın yanında, bakışlarınıız altında çürüyen
evren manzarasının dışında hiçbir şeyin göze batmadığı o boş ve bit­
kin çöküntü halinin yanında, cehennem bile bir sığınaktır.
Artık hatırlamadığımız ve etkileriyle ömrümüze tecavüz eden bir
hastalığa karşı hangi tedavi yolunu kullanmalı? Varoluşa nasıl bir ça­
re bulmalı, o sonu olmayan iyileşmeyi nasıl nihayetine erdinneli? Ve
doğumun etkisini üzerimizden nasıl atmalı?
Sıkıntı, o devasıznekahet...)
ÇÜRÜMENiN KlTAB! "
l-IARİKULADE YARARSIZLIK
Yunan kuşkucuları ve gerileme dönemindeki Roma imparatorları dı­
şında tüm zihinler belediyeci bir yönelimin hizmetine girmiş görün­
mektedirler. Sadece onlar -birinciler şüphe, diğerleri ise cinnet yoluy­
la- o tatsız yararlılık saplantısından azade olmuşlardır. Filozof ya da
eski fatihlerin külyutmaz dölleri olmalarına bağlı olarak, keyfiliği bir
icraat ya da bir başdönmesi mertebesine yükselttikleri içindir ki hiçbir
şeye bağlı değillerdi: Bu yönleriyle azizleri çağnştınrlar. Fakat aziz­
ler asla çöküntüye uğramamalıyken -azizlerin yazgısı kendi yaptıkla­
rına bağlıydı, kaprislerinin hem efendisi hem kurbanıydılar-onlar ha­
kiki yalruzlardı, çünkü yalnızlıkları kısırdı. Hiç kimse bunu örnek al­
madı, onlar da bunu hiç önermiyorlardı; "hemcins!eri"yle de sadece
istihza ve terör yoluyla iletişim kuruyorlardı..
Bir felsefenin ya da bir imparatorluğun yıkılmasında etken olmak:
Bundan daha hazin ve daha görkemli bir kibir tahayyül edilebilir mi?
Bir yanda hakikati, öte yanda da azameti öldürmek, zihni ve siteyi ya­
şatan düşkünlüklerdir. Düşünür ve yurttaş gururunun dayandığı yanıl­
gıların mimarisini kökünden biçmek; tasarlama ve isteme sevincinin
dayanaklarını bozulacak derecede yumuşatmak; kinaye ve azabın in­
celikleriyle geleneksel ı>oyutlamaları ve saygıdeğer ananeleri gözden
düşürmek - ne kadar nazik, ne kadar vahşi bir kaynaşma! Tanrıların
gözlerimizin önünde ölmedikleri yerde hiçbir çekicilik yoktur. Roma'
da, tanrıların yerine yenilerinin konulduğu ya da ithal edildiği, tanrıla­
rın kuruyup gitmesinin izlenebildiği o yerde, hayaletleri zikretmek ne
büyük bir zevkti; ama yine de o yüce değişkenliğin, sert ve murdar
herhangi bir tanrının saldırısı önünde dize gelmesi korkusu vardı...
Nitekim korkulan da gelmiştir başa.
Bir ilfilıı yıkmak zahmetsiz bir iş değildir: Onu yükseltmek ve ona
tapmak için gereken kadar zaman 13.zımdır bu iş için. Zira onun maddi
simgesini yok etmek k.ifı gelmez, basit bir şeydir bu; iliihın ruhtaki
kökleri yok edilmelidir. Geçmişin tasfiye olduğu batış devirlerine -
gözleri yalnızca boşlukla kamaşabilen insanların önünde- bakışlarını
çeviren kişinin, bir uygarlığın ölümü denilen o büyük sanat karşısında
acıma duymaması elde midir?
Olmayacak, hazin ve barbar bir ülkeden, Yunan yanıltmacalanyla
güzelleşmiş bir Roma'nın can çekişmesi içinde belirsiz bir perişanlığı
dolaştırmak için gelen o kölelerden biri gibi düşlüyorum kendimi...
ıo ÇÜRÜMENiN KİTABI
Öyle olsaydım, büstlerin münhal gözlerinde, gevşek biitıl inançlar ta­
rafından küçültülmüş ilühlarda, atalarımı, boyunduruklarımı ve piş­
manlıklanmı unutmayı başanrdım. Eski simgelerin melankolisine gi­
rerek azat olurdum; terk edilmiş tannların itibarını benimser; onlan
kurnaz haçlara karşı, uşaklarla şehitlerin istilasına karşı korurdum; ve
gecelerim, Sezarlar'ın cinnet ve sefahatinde huzur arardı. Külyutmaz­
lıkta uzmanlaşmış bir halde -kibar fahişelerin yanında, kuşkucu ran­
devuevlerinde ya da çok gösterişli zulümler sergilenen sirklerde- ko­
kuşmuş bir bilgeliğin bütün oklanyla yeni coşkulan kalbura çevirir;
mantığı, hiç düşlemediği boyutlara kadar, ölmekte olan dünyaların
boyutlanna kadar genişletmek için akıl yürütmelerimi zaaf ve kanla
doldururdum.
DÜŞMÜŞLüGüN TAHL İLİ
Her birimiz, yalnızlığa karşı işlenen günah, yani insanlarla alışveriş
tarafından yozlaştırılmaya yazgılı bir saflık dozuyla doğarız. Zira her
birimiz, kendimize hasredilmiş olmamak için elinıizden geleni yapa­
rız. Bu durum, mukadderatı değil düşmüşlük eğiliminiandırır. Elleri­
mizi temiz ve kalplerimizi bozulmamış bir halde muhafaza etmekten
iicizizdir; yabancıların terleriyle temas ederek kendimizi kirletiriz;
tiksintiye aç ve vebaya hayran bir halde, toplu çirkefin içine gırtlağı­
mıza kadar gömülürüz. Kutsal suyla dolu ummanlan düşlediğimizde
de, artık oraya dalmak için çok geç kalmışızdır; iliğimize kemiğimize
kadar kokuşmuş olmamız, o ummana dalıp boğulmamızı engeller:
Dünya yalnızlığımızı bozmuştur; ötekilerin üzerimizde bıraktığı izler
silinmez bir hale gelir.
Mahlfiklar arasında, sadece insan sürekli bir tiksinti uyandırabilir.
Bir hayvanın yarattığı iğrenme geçicidir, düşüncemizde hiç olgunlaş­
maz; oysa hemcinslerimiz düşünüşümüze musallat olurlar, dünyadan
kopuklukmekanizmamıza sızarak itiraz ve katılmamasistemimizi te­
yit ederler. Sadece incelik derecesiyle bir uygarlığın düzeyine işaret
eden her sohbet sonrasında, Sahra'yı aramamak ve bitkilere ya da zo­
olojinin bitmek bilmeyen monologlanna gıpta etmemek neden im­
kdnsızdır?
Hiçlik karşısında her kelimeyle bir zafer kazansak bile, onun zor­
balığına daha da fazla maruz kalmamıza yol açar bu. Etrafımıza saçtı-
ÇüRÜMENIN KlTABJ 21
ğımız kelimeler oranında ölürüz... Konuşanlann sım yoktur. Ve hepi­
miz konuşuruz. Kendimize ihanet eder, kalbimizi teşhir ederiz; her bi­
rimiz dile gelmezliğin celladıyızdır; her birimiz sırlan, en başta da
kendi sırlanmızı yok etmek için yııtınınz. Ötekilerle görüşmemiz de,
kendimizi boşluğa doğru bir yanş içinde hep birlikte alçaltmak için­
dir; ister fikir teatisi olsun, ister itiraflar ya da entrikalar... Merak, sa­
dece cennetten dünyaya düşüşe değil, her günkü sayısız düşüşe yol
açmıştır. Hayat, bu düşme sabırsızlığından; ruhun b§.kir yalnızlıklan­
ru, Cennet'in en eski ve en gündelik inkı1rı olan diyalog yoluyla peş­
keş çekmekten ibarettir. İnsan, aktarılamayan Kelı1m'ın sonsuz vecdi
içinde yalnızca kendini dinlemeliydi; kendi sessizlikleri için kelime­
ler ve sadece kendine ait pişmanlıklar için işitilebilen akortlar uydur­
malıydı. Ama evrenin gevezesidir o, ötekiler adına konuşur, benliği
çoğul biçimi sever. Ötekiler adına konuşan kişi ise daima bir sahte­
kfu-dır. Siyasetçiler, refonncular ve kolektif bir bahaneden yana çıkan
herkes üçkiiğıtçıdır. Sadece sanatçının yalanı bütünsel değildir, zira o
ancak kendini icat eder. Kendini iletişimsizliğe bırakmanın, tesellisiz
ve sessiz heyecanlarımızın ortasındaki gerilimin dışında, hayat, koor­
dinatlan belli olmayan bir alan üzerinde kopanları patırtıdır; evren
ise, sara hastalığına tutulmuş bir geometri...
(Gizli öznedeki zımnl çoğul ile "biz"deki açık çoğul, sahte varoluş
için rahat bir sığınak oluşturur. "Ben" demenin sorumluluğunu sadece
şair üstlenir; sadece o, kendi adına konuşur; sadece onun buna hakkı
vardır. Şiir, içine kehanet ya da doktrin sızdırdığı zaman soysuzlaşır:
"Misyon" ezgiyi soluksuz bırakır, fikir uçuşa köstek olur. Shelley'nin
"cömert" tarafı eserlerinin büyük bir bölümünü hükümsüzleştirir: İyi
ki Shakespeare asla bir şeye "hizmet" etmemiştir.
Aslına uygun olmamanın zaferi felsefi faaliyette, kendini gizli öz­
neyle hoş tutan o faaliyette vuku bulur; bir de kahinlik (dinl, ahliiki ya
da siyasi) faaliyetinde, "biz"in ululaşmasında... Tanını/ama. soyut
zihnin yalanıdır; mülhemformül ise militan zihnin yalanı: Bir tapına­
ğın kökeninde daima bir tanım bulunur; müminleri içinden sıynlın­
maz bir şekilde bir fonnill toplar oraya. Bütün öğretiler böyle başlar.
O zaman şiire doğru dönmemek elde mi? Onun da, tıpkı hayat gi­
bi, hiçbir şey kanıtlamama mazereti var.)
22 ÇÜRÜMENiN KlTAB!
ÖLÜME K A R Ş I ORTAKLIK
Kendi hayatımız zar zor kavranılabilir görünürken, ötekilerin hayatı
nasıl tahayyül edilebilir? Bir varlıkla karşılaşılır; bu varlığın nüfuz
edilemez ve haklı gösterilemez bir dünyaya, gerçekliğin üzerine ma­
razi bir yapı gibi yerleşen bir kanaat ve arzular yığınına dalmış oldu­
ğu görülür. Kendine bir yanlışlıklar sistemi uydurmuş olduğundan,
hükümsüzlükleriyle zihni ürküten sebeplerden dolayı acı çekiyordur
ve gülünçlüğü göze batan değerlere vermiştir kendini. Girişimleri fa­
sa fisodan başka bir şey gibi görünebilir mi? Tasa!anndaki hummalı
simetri de bir boş söz mimarisinden daha mı iyi temellendirilmiştir?
Dışarıdan bakana, her hayatın mutlağı bir başkasıyla değiştirilebilir,
her alınyazısı da -özünde yerinden oynatılamaz olnıasına rağmen­
keyfi görünür. Kanaatlerimiz bize havai bir cinnetin meyvalan gibi
göründüğü zaman, ötekilerin kendilerine ve her günün ütopyası için­
de çoğalmalarına duydukları tutku nasıl hoşgörülebilir ki? Falanca,
tercih ettiği özel bir dünyanın içine, filanca da bir başkasının içine
hangi gereklilikten ötürü kapanır?
Bir dostun ya da tanımadığımız birinin bize sırlarını açmasına ma­
ruz kaldığımız zaman, bu sırların ifşası bizi hayretlere garkeder. Bu
ıstıraplan bir facia mı, yoksa bir şaka mı addetmeliyiz? Bu, tamamıy­
la yorgunluğumuzun teveccüh göstermesine veya çileden çıkmasına
bağlıdır. Her alınyazısı, birkaç kan lekesi etrafında kıpırdaşan bir na­
karattan başka bir şey olmadığından, bu insanın acılarının tanziminde
yersiz ve oyalayıcı bir düzen ya da bir merhamet bahanesi görmek
8.sabımıza kalmıştır.
Varlıkların zikrettikleri sebepleri benimsemek güç olduğundan,
her birinden her aynlışımızda, akla gelen soru değişmez şekilde aynı­
dır: Nasıl oluyor da kendini öldürmüyor? Zira ötekilerin intiharını ta­
hayyül etmekten daha tabii bir şey yoktur. İnsanı altüst eden ve kolay­
lıkla yenilenebilen bir sezgiyle kendi yararsız!ığımızın farkına var­
dıktan sonra, herhangi birinin de böyle yapmamış olması anlaşılmaz
gelir. Kendini ortadan kaldırmak öyle açık ve öyle basit bir iş gibi gö­
rünür ki! Niçin o kadar nadir bir şeydir bu? Niçin herkes bundan ka­
çar? Çünkü, her ne kadar akıl yaşama iştahını yok saysa da, fiiliyatın
sürmesine neden olan hiçlik bütün mutlaklardan üstün bir kuvvette­
dir; ölümlülerin ölüme karşı sessiz ortaklıklarını izah eder; yalnızca
varoluşun simgesi değil, varoluşun ta kendisidir bu hiçlik; her şeydir.
ÇÜRÜMENiN KiTABi 23
Ve bu hiçlik, bu bütün, hayata bir anlam veremez, ama hiç değilse ha­
yatı, olduğu hal içinde silrdürür: Bir intihar etmenıehali.
SIFATIN ÜSTÜ N LüGü
Nihai meseleler karşısında ancak kısıtlı sayıda tavır olabileceği için,
zihin, yayılması esnasında, öz denilen o tabii sınırla, esaslı zorlukları
sonsuza dek çoğalunanın imk!nsızlığıyla karşılaşır: Tarih, çok sayıda
sorunun ve çözümün yalnızca çehrelerini değiştinnekle uğraşır. Zih­
nin icat ettikleri, bir dizi yeni nitelemeden ibarettir; unsurları yeniden
adlandırır yada yegane ve değişmez bir acı için daha az aşınmış sıfat­
lar arar. Her zaman ıstırap çekilmiştir; ama ıstırap, o andaki felsefenin
ayakta tuttuğu bütünsel görüşler uyarınca ya "yüce", ya "doğru", ya
da "saçma" olmuştur. Mutsuzluk, soluk alan her şeyin dokusunu oluş­
turur; ama çeşitleri evrim geçinniştir; her varlığı, böylesine ıstırap çe­
ken ilk insan olduğuna inanmaya iten alt edilmez görünümlerin birbi­
rini izlemesini sağlayan odur. Tek olmaktan duyduğu gurur, insanı,
kendi derdine aşık olmaya ve tahammül etmeye teşvik eder. Bir ıstı­
rap dünyasında, ıstırapların her biri, diğerleri nazarında tekbencidir.
Mutsuzluktaki özgünlük, onu kelime ve hisler bütünü içinde tecrit
eden sözel niteliğe bağlıdır...
Niteleyiciler değişir: Bu değişikliğe de zihnin ilerlemesi adı veri­
lir. Bütün bu niteleyicileri ortadan kaldırın: Uygarlıktan geriye ne ka­
lırdı? Zeka ile sersemlik arasındaki fark, çeşitlendirilmediği zaman
bayağılığa yol açan sıfat kullanımında ortaya çıkar. Bizzat Tanrı, sa­
dece kendine eklenen sıfatlarla yaşar; ilfilıiyatın varoluş nedeni budur.
Böylelikle insan, mutsuzluğunun yeknesaklığını daima farklı biçinı­
lerde niteleyerek, ancak tutkulu bir yeni sıfat arayışıyla zihnin önünde
haklı çıkanr kendini.
(Oysa bu arayış acınacak bir şeydir. Zihnin sefaleti olan ifade sefa­
leti, kelimelerin yoksulluğunda, tükenmeleri ve değersizleşmelerinde
gösterir kendini: Şeylere ve hislere yüklediğimiz öznitelikler, sonun­
da sözel leşler gibi yatarlar önümüzde. Biz de onlara, sadece kapalı
yer kokusu saldıklan zamanı pişmanlıkla arayan bir bakış yöneltiriz.
Her titizlik, kelimeleri havalandırma, solgunluklannı çevik bir ince­
likle telafi etme ihtiyacından doğar; fakat ruhun ve keliimın birbirine
24 ÇÜRÜMEN1N KiTABi
karışuklan ve çürüdükleri bir bezginlik içinde son bulur. (Bir edebi­
yatın ve bir uygarlığın ideal olarak son aşaması: Neron ruhlu bir
Valery düşünelim...)
Taze duyulanmız ve saf yüreğimiz, kendilerini bir niteleme evre­
ninde buldukça ve bundan büyük zevk aldıkça, sıfatın tesadüfleriyle
zenginleşirler; sıfat bir kez teşrih edildiğinde ise uygun olmadığı ve
kifayetsiz kaldığı ortaya çıkar. Mekiinın, zamanın ve ıstırabın sonsuz
olduklarını söyleriz; ama sonsuz'un menzili şu kelimelerden fazla de­
ğildir: güzel, yüce, uyumlu, çirkin... Kişi kendisini kelimelerin teme­
lini görmeye mecbur kılmak mı istemektedir? Orada hiçbir şey görül­
mez; yayılmacı ve bereketli ruhtan kopuk olduğu için, her kelime boş
ve geçersizdir. Zekanın gücü onların üzerine bir ışık tutmaya, onları
parlatmaya ve göz alıcı hale getirmeye çalışır; bu güç sistem mertebe­
sine yükseltildiğinde kültür adını alır- arkaplanında yokluk bulunan
bir havaifişek gösterisi.)
KAYGILARI NDAN KURTULMUŞ ŞEYTAN
Niçin Tanrı o kadar soluk, o kadar dermansız ve o kadar vasat bir çe­
kiciliktedir? Niçin ilginçlik, tutarlılık ve güncellikten yoksundur ve
bize o kadar az benzer? Bundan daha az insanbiçimli ve bundan daha
ucuz bir biçimde uzak bir imge var mıdır? Bu kadar soluk parıltıları
ve bu kadar sallantılı kuvvetleri nasıl yansıtabilmişizdir O'na? Enerji­
lerimiz nereye akıp gitmiştir? Arzularımız nereye boşalmıştır? Hayat
veren küstahlık fazlamızı kim alıp götürmüştür peki?
Şeytan'a doğru mu döneceğiz? Fakat ona dua etmeyi becerernez­
dik: Ona tapmak, içedönük bir biçimde dua etmek, kendimize dua et­
mek olurdu. Apaçık gerçekliğe dua edilmez: Kesin, tapınma nesnesi
değildir. Tüm özniteliklerimiz.i kendi benzerimize yüklemişizdir ve
görkeme benzer bir süs vennek için onu karalarla örtrnüşüzdür: Yas
giysilerine bürünmüş hayatlarımız ve meziyetlerirnizdir o. Önde ge­
len niteliklerimiz olan kötülük ve sebatla donatarak benzerimizi müm­
kün olduğu kadar canlı kılmaya uğraşırken tükenmişizdir; onun sure­
line şekil verirken, onu çevik, oynak, zeki, müstehzi, özellikle de sinsi
kılmaya çabalarken güçlerimiz helak olmuştur. Tann'ya şekil vermek
için elimizin altında bulunan enerji stoklan bir hiç haline gelmiştir. O
zaman, muhayyileden ve içimizde kalan azıcık kandan medet urumu-
ÇÜRÜMENiN KiTABI 25
şuzdur: Tann, kansızlığımızın üıiinü olabilirdi ancak: Sallantılı ve
çarpık bir suret. O yumuşak, iyi, yüce ve doğrudur. Ama aşkınlığa
hapsedilnıiş bu gülsuyu kokulu kanşımda kendini bulan var mıdır ki?
İkiyüzlü olmayan bir varlık, derinlik ve gizem noksanlığı çeker; hiç­
bir şey gizlememektedir. Yalnızca murdarlık gerçeklik işaretidir.
Azizlerin ilginçliklerini t..1.mamen yitinnemiş olmaları da, yücelikleri­
ne romanın kanşmasından ve ebediyetlerinin biyografiye elverişli ol­
masındandır; yaşaınları, bizi zaman zaman büyüleyebilen bir tarz
için dünyayı terkettiklerini gösterir...
Hayatla dolup !aştığı için, Şeytan'ın hiçbir sun<ı.ğı yoktur: İnsan
kendini Şeytan'da çok fazlabulduğu için O'natapamaz; ondan bilerek
nefreteder;kendindenyüzçevirir veTann'nın yoksul vasıflannı ayak­
ta tutar. Ama Şeytan bundan şikayetçi değildir ve bir din kurmaya hiç
heveslenmez: Zayıflatılmamasını ve unutulntamasını temin etmek
için burada değil miyiz biz?
ÇEVREDE GEZİ NTİ
Varlıklan bir çıkar ve ümit cemiyetine hapseden çemberin içinde, se­
rap düşmanı ruh kendine merkezden çevreye doğru bir yol açar. İn­
sanların uğultusunu yakından işitmeye anık tahammül edememekte­
dir; onları birbirine bağlayan 18.netli simetriye mümkün olduğu kadar
uzaktan bakmak istemektedir. Hertarafta şehitler görür: Kimileri gö­
rünür ihtiyaçlar adına, kimileriyse denetlenemeyen gereklilikler adına
kendilerini feda ediyorlardır; hepsi de adlarını bir kesinliğin altına
gömmeye hazırdırlar; bunu hepsi başaramadığından da, çoğu. düşle­
dikleri kan fazlasının kefaretini bayağılıklarıyla öderler... Hayadan,
istifade edemedikleri uçsuz bucaksız bir ölme özgürlüğünden ibaret­
tir: Tarihin ifadesiz kurban töreni, toplu mezar, onları yutar.
Fakat at�li bir ayrılık taraftan olan kişi, güruhların musallat ol­
madığı yollar arayarak en kenara doğru çekilir veçemberin kenarçiz­
gisi üzerinde. vücuda til.bi olduğu sürece aşamayacağı o çizgi üzerin­
de ilerler; bununla birlikte Bilinç, varlıksız ve nesnesiz bir sıkıntının
içinde tamamen safolarak daha uzaklarda süzülür. Artık acı çekmi�
yordur, kişiyi ölmeye davet eden bahanelerin üzerindedir ve kendini
taşıyan insan'ı unutur. Birhalisünasyon içinde algılanan bir yıldızdan
daha gerçekdışı bir halde, bir yıldıZJn fırdöndüsüne benzerbir durum
26 ÇÜRÜMENiN KlTABI
önerir - ruh ise, bayatın çevresinde, daima sadece kendisiyle ve Boş­
luğun çağnsına cevap vermedeki güçsüzlüğüyle karşı karşıya kalarak
gezinmektedir.
HAYATIN P AZARLARI
Pazar öğleden sonraları ayları::a uzasaydı, ter dökmekten kurtulmuş,
ilk !§netin ağırlığından sıyrılıp hafiflemiş olan insanlık nereye varır­
dı? Yaşanmaya değer bir tecrübe olurdu bu. Tek eğlencenin cinayet
olacağı; sefahatın yürek temizliği, naranın melodi, sırıtmanın şefkat
halinde görilneceği hayli muhtemel. Zamanın sınırsızlığı duygusu,
her saniyeyi dayanılmaz bir azaba, darağacına çevirirdi. Şiirle dolu
yüreklere şevksiz bir yamyamlık, bir sırtlan hüznü yerleşirdi; kasap
ve cellatlar bitkin düşüp tükenir, kiliseler ve genelevler iç çekişlerle
dolardı. Bir Pawr öğleden sonrasına dönüşmüş evren... sıkıntının
tasviridir bu -evrenin de sonu... Tarih'in üzerinde sallanan lilneti kal­
dırın: O andakendini iptal eder, tlpkı mutlakbir tatil içinde varoluşun
kendi kurgusunu sergilemesi gibi... Gayret, hiçliğin içinde mitosları
inşa eder ve sağlamlaştırır; bu temel sarhoşluk, "gerçekliğe" dair
inancı kışkırtır ve ayakta tutar; oysa salt varoluşu sey·re dalma, hare­
ket ve nesnelerden bağımsız seyredalma, ancak olmayan'ı özümler...
Uğraşsızlar uğraşlılardan daha çok şeyi kavrarlar ve daha derin­
dirler: Ufuklarına sınır çeken hiçbir meşgale yoktur; sonsuz birPazar
günü doğmuş olan onlar, seyrederler- ve kendilerini seyrederken sey­
rederler. Tembellik, fizyolojik bir kuşkuculuktur, tenin şüphesidir.
Aylaklığa batmış bir dünyada bir tek uğraşsızlar katil olmazlardı. Fa­
kat insanlığın birparçası değildirler ve ter dökmeyi bilmediklerinden
ötürü Hayat'ın ve Günah'ın sonuçlarına katlanmadan yaşarlar. Ne iyi­
lik ne de kötülük yaptıkları için - insanlık sarasının seyircileri olan
onlar- bilinci boğan çabalara, zamanın haftalarına burun kıvırırlar.
Bazı öğleden sonraların sınırsız ölçüde uzamasından niye ürksünler
ki? Kabalık ölçüsünde basit ve besbelli şeyleri savunmuş olmanın
pişmanlığını duyarlar yalnızca. Bu dunımda, hakikat içinde umarsız­
ca saplanıp kalmak anlan, ötekileri taklit etmeye ve küçültücü bir bi­
çimde meşgalelerin çekiciliğine kapılarak gönül eğlendirmeye sürük­
leyebilir. Cennetin mucizevi kalıntısı olan tembelliği bekleyen tehli­
"kebudur.
ÇÜRÜMENiN KiTABI 27
(Aşkın tek işlevi, bizi bir haftalığına -ve sonsuza dek- yaralayan
ölçüsüz ve acımasız Pazaröğleden sonralanna dayanmamıza yardım
etmesidir.
Atadan kalma kasılmalann sürükleyiciliği olmasa. binlerce göz
gerekirdi bize, saklı gözyaşlarımız için; ya da yenecek tırnaklar, kilo­
metrelerce tırnak... Artık akmayan bu zaman başka türlü nasıl öldürü­
lür? Bu bitmez tükenmez Pazarlar'da var olma acısı kendini tümüyle
gösterir. Bazen bir şey içinde kendimizi unutmayı başarırız; anıa dün­
ya içinde kendimizi nasıl unutabiliriz? Bu olanaksızlık o acının tanı­
mıdır. Bu acının yakaladığı kimse hiçbir zaman iyileşmeyecektir, ev­
ren tamamıyla değişse bile. Değişmesi gereken yüreğidir, oysa yürek
değişmez; onun gözünde, varolma'nın da tek bir anlamı vardır: Acısı­
na gömülmek - gündelik bir nirvanaya varma talimi onu gerçeksizli­
ğin algısınayilceltene dek...)
İST İFA
Bir hastanenin bekleme salonundaydım: Yaşlı bir kadın bana dertleri­
ni anlatıyordu... İnsanların tartıştıkları şeyler, tarihteki kasırgalar -
onun gözünde bir hiçtiler: Zaman ve mekan içinde bir tek onun derdi
hüküm sürüyordu. "Yemek yiyemiyorum, uyku uyuyamıyorum, kor­
kuyorum, mutlaka cerahat var," diye sıralıyordu, dünyanın kaderi bu­
na bağlıymış gibi çenesini sıvazlayarak... Tiridi çıkmış, çenesi düşük
bir kadının kendine dikkat edişindeki bu aşırılık, önce beni dehşetle
tiksinti arasında kararsız bıraktı; sonra, sua bana gelmeden hastane­
den çıktım gittim, ağnlanma ilelebet sırtçevirnıeye karar vermiştim...
"Herbirdakikamın elli dokuz saniyesi," diyesöylendim sokaklar­
da, "acıya ya da... acı fikrine vakfedilmiş. Keşke bir taş olabilseydim!
'Yürek': Bütün azapların kökeni... Nesneye imreniyorum... maddenin
ve donukluğun ltitfuna... Küçük bir sineğin gelgiti bana kıyamet bir iş
gibi görünüyor. Kendinden çıkmak günah işlenıektir. Rüzgar, hava­
nın çılgınlığı! Müzik, sessizliğin çılgınlığı! Bu dünya hayatın önünde
pes ederek hiçliğe karşı kusur işlemiştir... Hareketten ve rüyalarım­
dan istifa ediyorum. N1i.mevcudiyet! Tek zaferim sen olacaksın... 'Ar­
zu', sözl-Uklerden veruhlardan hepten silinsin! Yarınların başdöndürü­
cü şakası önilnde geriliyorum. Ve bazı ümitlerimi h§.111. muhafaza et­
sem dahi, ümitetme melekemi heptenkaybettim."
28 ÇüRÜMEN!N KİTABI
DOLA YLJ HAYVAN
Kökten bir saplantıyla, ara vermeden, insanın var olduğu, ne ise o ol­
duğu -ve başka türlü olanıayacağı- düşünüldüğü zaman hakiki bir
bozguna uğranılır. Fakat ne olduğunu ilan eden. yine de kendini ka­
bul ettiremeyen bin tane tanım vardır: Ne kadar keyfi iseler, bir o ka­
dar da mutebergörünürler. En uçuk saçmalık da, en ağır bayağılık da
benzer şekilde uygun düşer insana. İnsanın sınırsız sayıdaki öznite­
likleri, tasarlayabileceğimiz en belirsiz varlığı oluştururlar. Hayvan­
lar hedeflerine doğrudan giderken, o, dolambaçlarda kaybeder kendi­
ni; tam anlamıyla dolaylı hayvan odur. Gayri muhtemel refleksleri -
ki bilinç bunların gevşemesinden doğar- onu, nekahet halindeyken
hastalığa imrenen biri yapar. Onda hiçbir şey sağlıklı değildir, sağlık­
lı olmuş olmanın dışında... İster kanatlarını yitirmiş melek, isterkılla­
rını yitirmiş maymun olsun, mahlı1katın anonimliğinden yalnızca
sağlığındaki çöküntüler sayesinde çıkmıştır. Kötti oluşmuş kanı, ka­
rarsızlıklann, sorun müsveddelerinin sızmasına izin vermiştir: huy­
suz hayatdoluluğu ise soru işaretlerinin ve hayret nidalannın-sızmaı;ı­
na... Uyuşukluğunu kemirerek, varlıklar şekerleme yaparken uykusu­
nu kaçırarak onu bezdiren virüsü nasıl tanımlamalı? İstirahatini zap­
teden kurt nedir? Onu, eylemlere gecikmeye, isteklerin durmasına
zorlayan ilkel bilgi etkeni nedir? Yırtıcılığına bezginliği ilk kim sok­
muştur? Diğer canlıların kaynaşmasından çıkınca, kendine daha ince
bir kargaşa yaratmıştır, kendinden koparılmışbirhayatındertlerini ti­
tizlikle istismar etmiştir. Kendisinden sıyrılmak için giriştiği her şey­
den, daha tuhaf bir hastalık teşekkül etmiştir: Onun "uygarlığı", deva­
sız -ve temenni edilmiş- bir duruma çareler bulma çabasından başka
bir şey değildir. Sağlığa yaklaşınca ruh solgunlaşır: İnsan ya ma!OJ­
dür -ya da yoktur. Her şeyi düşündükten sonra kendini düşündüğün­
de -zira o noktaya, ancak evreni düşündükten sonra ve kendine sor­
duğu son soruymuş gibi gelir-şaşakalır ve hayrete düşer. Fakat kendi
başarısızlığını, sağlık içinde ebediyen başarısızlığa uğrayan tabiata
yeğlemeye devam eder.
(Adem'den beri insanann bütün çabası, insan'da değişiklik yap­
mak olmuştur. Altedilmezverilerin aleyhine icra edilen reform ve pe­
dagoji maksatlan, düşüncenin tabiatını bozmakta ve hareketini işe
yaramaz hale getirmektedir. Bilginin eğitici, iyimser vebulaşıcı içgü-
ÇÜRÜMENlN KiTABi 29
düden daha amansız bir düşmanı olamaz; filozoflar da bundan kaça­
mazlardı: Sistemleri bu içgüdünün elinden nasıl kurtulabilirdi ki? De­
vasızlık dışında her şey sahtedir; onu altetmeye çalışan o uygarlık da,
kuşandığı doğrular da sahtedir...
Eski kuşkucular ve Fransız ahlak.çılan müstesna bırakılırsa, teori­
leri gizlice ya da alenen insana biçim vermeye yönelmeyen tek birdü­
şünce adamı anmak zor olur. Ama insan olduğu gibi sürüp gitmiştir;
merakına teklifedilen, ateşliliğine ve aklına sunulan asil ilkelerin ge­
çit törenini izlemiş olmasına rağmen... Tabiatta bütün varlıkların ken­
di yerleri varken, insan, metafizik olarak başıboş dolaşan, Hayat'ın
içinde kaybolmuş, Yaratılış içinde tuhafkaçan bir yaratık olmayı sür­
dürmektedir. Tarihe muteber bir hedef bulan hiç kimse çıkmamıştır;
ama herkes biröneride bulunmuştur; ve bu o kadarbirbirinden ayrı ve
acaip bir hedef bolluğudur ki ereklik fikri geçersizleşmiş ve zihnin
ucuzbirmalı gibi yitip gitmiştir.
İnsan olgusu denen ofefdketbirirni'ni, herkes kendi üzerinde ya­
şar. Zamanın tek anlamı da bu birimleri çoğaltmaktır; çok az bir mad­
deden, bir adın gururundan ve iptali mümkün olmayan bir yalnızlık­
tan destek alan odikey acılan sınırsız.birşekilde büyütmektir.)
T A H A M M Ü L Ü M Ü Z Ü N KİLİT N O K T A S I
Merhamet dolu bir muhayyilenin yardımıyla bütün acılan kaydedebi­
len, herhangi bir anın bütün üzüntüleri ve bütün bunaltılanyla hemz.a­
man olabilen kişi, -böyle bir varlığın olabileceğini farzedersek- okişi
bir sevgi canavarı ve gönül tarihinin en büyük kurbanı olurdu. Ama
böylesi bir imk.B.nsızlığı tasarlamamız faydasızdır. Bizzat kendimizi
incelemek, kendi alarmlarımızın arkeolojisini yapmak k§.fıdir. Günle­
rin azabı içinde ilerlememiz, bunların seyriniacılarımızdışında hiçbir
şeyin durduramamasındandır; ötekilerin acıları bize, izah edilebilirya
da aşılması mümkün görünür: Yeteri kadar irade, cesaret ya da zihin
açıklık.lan olmadığı için acı çektiklerine inanırız. Kendimizinki hariç
her acı, bize meşru ya da gülünçlük derecesinde anlaşılır götünür;
böyleolmasa, duygularımızın değişkenliği içinde tek sabit şey matem
olurdu. Fakat yalnızca kendimizin matemini tutarız. Eğer etrafımızda
sürünen sonsuz sayıdaki can çekişmeyi, birer gizli ölüm olan bütün
hayatları sevip anlayabilseydik, acı çeken varlık sayısında kalp gere-
30 ÇÜRÜMENiN KlTABl
kirdi bize. Ve geçmiş üzüntülerimizin tamamını mevcudunda bulun­
duran, mucizevJ bjr şekilde güncel bir hafJzamız olsaydı, böyle bir
yükün altında çökerdik. Hayat, ancak muhayyilemizin ve hafizamı?,ın
za.yıjlıklarcyla münıkündür.
Kuvvetimizi, unuttuklarımızdan ve aynı andaki kaderlerin çoklu­
ğunu tasavvur etme yetersizliğimizden alırız. Evrensel acıyı o lahza­
da anlayan ve hayatta kalabilen kimse olamazdı; her yürek ancak bel­
li miktarda acıya göre yoğurulmuştur çünkü... Tahammülümüzün
adetamaddi sınırlan vardır; halbuki, herkederin yayılması bu sınırla­
ra erişir ve bazen onları aşar: Çoğu zaman hüsranımızın kökeni bu­
dur. Her acının, her kederin sonsuz olduğu izlenimi de buradan do­
ğar. Gerçekten de öyledir, ama yalnızca bizim için, yüreğimizin hu­
dutlan için; yüreğimiz geniş bir alanın boyutlarında olsa derıJerimiz
dahadabüyükolurdu; çünkü her acı dünyanın yerine geçer ve her ke­
dere başka birevren gerekir. Akıl, beyhude yere bize rastlantısallıkla­
rımıztn sonsuz küçüklükteki boyutlarını göstermeye verir kendini;
kozmogonik çoğalma eğilimimiz önünde başarısızlığa uğrar. Bundan
dolayı hakikiçılgınlık, asla tesadüflere ya da beynin feliiketlerine de­
ğil, yüreğin uydurduğu yanlış birmekan anlayışına bağlıdır...
K U R T U L U Ş YOLUYLA İ P TAL
Birselfunet öğretisi, ancak varolma-acı çekme denkleminden yolaçı­
karsak anlamlıdır. Bizi bu denkleme götüren şey iini bir saptama ya
da bir dizi akıl yüri.ltme değil, bütün anlarımızın bilinçsiz bir şekilde
bizi buna hazırlaması, önemli ya da önemsiz bütün tecri.lbelerimizin
katkıda bulunmasıdır. Yeşermesine adeta susadığımız hayal kırıklığı
tohumlarını içimizde taşıdığımız zaman, dünyanın her adımda ümit­
lerimizi geçersiz kılması arzusu, kötülüğü tadarak doğrulama imkiin­
larını artırır. Gerekçelersonradan gelir; öğreti kendi kendine kurulur:
Artık, "bilgelik"ten başka bir tehlike kalmamıştır. Fakat acıdan azade
olmak da, çelişki ve karşıtlıkları alt etmek de istenmiyorsa? Tamam­
lanmamışlığın nüansları ile duygusal diyalektikler, yüce bir çıkmazın
yekpareliği'ne tercih ediliyorsa? Selfunet her şeyi bitirir; bizi de biti­
rir. Bir kez seltimete erdikten sonra, kendine hfilii canlı demeye kim
cesaret edebilir? Ancak acıdan kurtulmayı reddetmekle ve adeta dini
bir dinsizlik eğilimiyle gerçekten yaşanır. Seliimet yalnızca canilere
ÇÜRÜMENiN KiTABI "
ve azizlere, yaratığı öldürmüş ya da aşmış olanlara musallatolur; öte­
kiler, -ölesiye sarhoş bir halde- mi.lkemmeliyetsizliğe gömülürler...
Bütün kurtuluş öğretilerinin kusuru, tamamlanmamışlığın iklimi
olan şiiri ortadan kaldınnalandır. Şair, selfunete ermeye özendiğinde
kendine ihanet etmiş olur: Selamet, şarkının ölümüdür, sanatın ve ru­
hun yadsınmasıdır... İnsanın kendisini ulaştığı şeyle dayanışma içinde
hissetmesi nasıl olabilir? Acılarımızı inceltip. bir bahçeyle ilgilenir
gibi ilgılenebiliriz onlarla; fakat kendimizi askıya almadan hangi yol­
la serbestleşebiliriz onlara karşı? Lanetlenme karşısında uysal olan
bizler, acı çektiğimiz ölçüde var oluruz - Bir ruh, sadeceüzerine aldı­
ğı tahanımüledilmezşeyler'in miktarıyla büyür ve telefolur.
S O Y U T Z E H İ R
Bulanık dertlerimiz ve dağınık enJişelerimizbile fizyoloji içinde yoz­
laştıklarından, ters yönde bir yaklaşımla onları zekiinın manevralarına
indirgemek önemli bir şeydir. Ya Sıkıntı -dünyanın gereksizce tek­
rarlı algısı, sürenin iç karartıcı dalgalanması-, tümdengelimli bir ağıt
mertebesine yükseltilir, ona eşsiz bir kısırlık eğilimi sunulursa? Ru­
hun üstünde bir düzene başvurulmadıkça, bu ruh tenin içinde kaybo­
lur - ve fizyoloji, felsefi sersemleşmemizin son sözü haline gelir. An­
lık zehirleri, zihinsel değişim değerleri bağlamına oturtmak; gözle gö­
rülür bozulmayı bir araç işlevine yükseltmek; ya da bütün duyguların
ve ihsasın murdarlığını kurallarla örtmek: Zihin için gerekli olan bir
zarafet arayışıdır bu; zihnin yanında ruh-o dokunaklı sırtlan- sadece
derin ve tehlikelidir. Zihin kendi başına ancak yüzeysel olabilir; kav­
ramsa olayların işaret ettikleri alanlarda yarattıkları sonuçları değil,
yalnızca bu olayların sıralantşını dert edenbirtabiatı olduğu için... Bi­
zim hallerimiz zihni ancak değişik bağlamlara oturtulabildikleri ölçü­
de ilgilendirirler. Böylelikle melankoli bağrımızdan yayılır ve koz­
mik boşluğa kavuşur; fakat zihin, ancak duyuların kırılganlığına bağ­
layan şeyden arındığında benimser onu; yorumlar onu; melankoli in­
celtilir ve bakış açısı haline gelir: Kategorik melankoli. Teori, pusuda
bekler ve zehirlerimizi ele geçirir; ve onları daha az zararlı kılar. Bu,
yukarıdan aşağıya bir değer kaybıdır; saf başdönmelerine meraklı
olan zihin, yoğunluklaradüşman olduğu için...
32 ÇÜRÜMENiN KtTABI
MUTS UZLUGUN B İ L İ N C İ
Her şey, unsurlar ve fiiJler, seni yaralamada elbirliği ederler. Burun
kıvırmanın zırhına mı bürünme!isin? Kendini bir tiksinti kalesinde
tecrit mi etmelisin? İnsanüstü kayıtsızlıklar mı düşlemelisin? Zama­
nın yankılan seni son yokluklarının içinde de mağdur edeceklerdir...
Kanamanın önüne hiçbir şey geçemediğinde, fikirler bile kırmızıya
boyanır, ya da tümörler gibi birbirinin üzerine tırmanır. Eczanelerde
varoluşa karşı hiçbir özel ilaç yoktur- yalnızca palavracılar için kü­
çük ilaçlar... Peki berrak, alabildiğine eklemlenmiş, vakur ve kendin­
den emin ümitsizliğin panzehiri nerededir? Bütün varlıklar mutsuz­
dur; ama ne kadarı bunu bilir'! Mutsuzluk bilinci, bircan çekişmearit­
metiğinde ya da Devasızlık sicilindeboy göstermeyecek kadar vahim
bir hastalıktır. Cehennemin itibannı düşürür ve zamanın mezbahala­
nnı kır şiirlerine çevirir. Hangi günahı işledin de doğdun? Hangi suçu
işledin de varsın? Acın da kaderin gibi sebepsiz. Hakikaten acı çek­
mek. nedenselliği bahane göstem1eden dertlerin istilasını kabul et­
mektir; çılgın tabiatın birlütfu gibi, bir negatifmucize gibi.,.
Zaman'ın cümlesinde, insanlar virgüller gibi yer alırlar; sense,
onudurdurmakiçin, noktaolarak hareketsizleştin.
Ü N L E M S E L DÜŞÜ NCE
Sonsuzluk fikri, geometriye belli belirsiz bir öl_günlüğün sızdığı bir
günde doğmuş olmalıdır; reflekslerin sessizliğinde, iç karartıcı bir ür­
pertinin idrakı nesnesinden tecrit eniği anda ortaya çıkan ilk bilme
eylemi gibi.., Sonunda yalnız, trajik bir şekilde apaçık gerçeklikten
üstün bir halde uyanmamız için, ne kadar çok tiksinti ya da hasret bi­
riktirmemiz gerekmiştir! Unutulmuş bir iç çekiş, dolaysızın dışına
doğru biradım attırmı�tır bize; sıradan bir yorgunluk bizi bir manza­
radan ya da bir varlıktan uzak.laştınnıştır; dağınık iniltiler, tatlı ya da
ürkek masumiyetten ayırmıştır bizi. Bu rastlantısal mesafelerin tutan
�günlerimizin ve gecelerimizin bilançosu- bizi dünyadan ayırt eden
mesafedir - ruh da bu mesafeyi azaltmaya ve kendi kırılgan ölçüleri­
mize indirgemeye çabalar. Fakat herbezginliğin eseri kendini hisset�
tirir: Hıl.lii ayak basacakzemin kalmış mıdır?
ÇÜRÜMENiN KlTABl "
Başlangıçta şeylerden kaçmak için düşünüıüz; sonra fazla uzağa
gittiğimizde, kaçışımızın pişmanlığıyla kendimizi mahvetmek için...
Böylelikle kavrarnlanmız gizli iç çekişler gibi birbirine bağlanır; her
akıl yüıütme ünlem yerini tutar; yakınma dolu bir ton, mantığın ağır­
başlılığını bastınr. Kasvetli renkler fikirleri soluklaştırır, mezarlık pa­
ragrafların üzerine taşar, buyrukların içinde çürük kokusu vardır, za­
mandışı bir kristalin içindeki son hazan günüdür bu... Ruh, üzerine
üzerine gelen miyasmalar karşısında savunmasızdır, çünkü gökyü­
züyle yeryüzü arasındabulunan en çürümüş yerden çıkıp gelir bunlar;
şefkatin içinde çılgınlığın yattığı yerden, rüyalann kaynaştığı ütopya­
ların çirkef kuyusundan: Ruhumuzdan. Evrenin yasalarını değiştire­
bilsek yada kaprislerini önceden görebilsek bile, bu ruh, çileleriyle ve
kendi yıkımına dair ilkeyle boyun eğdirirdi bize. Mahvolmamış bir
ruh mu? Her neredeyse bulunsa da tutanağa geçirilse; bilim, azizlik
vekonıedi tarafından zaptolunsa!
B E L i RS1ZLiGiN T A N R 1 L AŞTIR I L M A S 1
Halkların özü, bireylerin özüne oranla çok daha büyük bir ölçüde, ta­
biatlanndaki belirsizlik payına göre az-çok kavranabilir. İçinde yaşa­
dıkları apaçık durumlar ise sadece geçici niteliklerini, çevrelerini, gö­
rünümlerini ortayaçıkarır.
Bir halkın ifade edebileceklerinin ancak tarihi bir değeri vardır:
Oluş içindeki başarısıdır bu; fakat ifade edemediği şey, ebediyet için­
deki mağlubiyeti, kendi kendine karşı duyduğu meyvasız susamışlık­
tır: Kendini ifadeetmeyeçabalarken tükenmesidir. Bu çabası sırasın­
dagüçsüz.düştüğünde, ifadesininyerinibazı. sözcüklerle -söyleneme­
yene lınalarla-doldurur.
Zihnin dışında dolaşıp dururken başımız sıkıştığında, kaç defa
Sehnsucht'lann, yearning'lerin, saudade'lann� gölgesine girmişizdir,
�ırı olgun yürekler için açmış o sesli meyvalann gölgesine!.. Bu söz­
cüklerin üzerindeki perdeyi kaldıralım: Gizledikleri içerik aynı mı­
dır? Tanımlanmamış bir soyun söz aracılığıyla dallanıp budaklanma­
sında aynı anlamın yaşaması ve ölmesi mümkün müdür? Bu kadar
farklı halkın, nostaljiyi aynı tarzdahissetmesi düşünülebilir mi?
• SırmıyaAlıruınca, ngilizce�ı:: Porte'ıı.iıce'de"fulcm".(ç.n.)
34 ÇÜRÜMENiN KİTABI
Uzaktakinin. öz.lenmesi'ne birfonnill bulmak için yırtınan kişi, kö­
tü inşa edilmiş bir mimarinin kurbanı olacaktır. Belirsizliğin o ifade­
lerinin kökenine uzanmak için, onların özüne doğru duygusal bir ge­
rileme gerçekleştirmek, dile gelmeyenin içine garkolmak ve oradan
paramparça kavramlarla çıkmak gerekir. Teorik güven ve anlayabilir­
iğin gururu bir kere kaybedildi mi, kişi her şeyi anlamaya, her şeyi
kendisi için anlamaya çabalayabilir. O zaman, ifade edilemeyenin
içinde sevinebilir, makfillüğün kıyısında günler geçirebilir ve yüceli­
ğin kenar mahallelerinde yan gelip yatabilir. Kısırlığın elinden kur­
tulmak için, aklın eşiğinde serpilmek gerekir...
Beklenti içinde, henüz olmayanın içinde yaşamak, gelecek fikri­
nin varsaydığı kışkırtıcı dengesizliği kabul etmektir. Her nostalji,
şimdiki zamanın bir biçimde aşılmasıdır. Pişmanlık halindeyken bile
dinamik birniteliktaşır: Geçmişi zorlamakistenir; geri dönüşsüz olan
şeye itiraz etmek, geriyedoğru hareketetmek istenir. Hayatancak za­
manın ihlfil edilmesiyle bir içeriğe kavuşur. Başka yer saplantısı, anın
imkansızolmasıdır; bu imkinsızlıkda nostaljinin ta kendisidir.
Fransızlar'ın tanımsızlıktaki mükemmeliyetsizliğiduymayı ve bil­
hassa işlemeyi reddetmiş olmaları, yine de birşeylerifşaeden birvur­
guya sahiptir. Bu dert, Fransa'da kolektifbir biçim altında bulunınaz:
Ejkiıfın metafizik vasfı yoktur ve can sıkıntısı tekil bir biçimde gü­
dümlüdür. Fransızlar, Mümkün'le herhangi bir işbirliğine gitmeyi
reddederler; dilleri bile, Mümkün'ün tehlikeleriyle girilebilecek olan
her türlü suç ortaklığını safdışı bırakır. Dünyada kendinionlardan da­
ha rahat hisseden, kendi evi onlardan daha anlamlı ve daha ağırlıklı
olan, mündemiçliğin çekiciliğine kendini daha çok kaptıran başka bir
halk var mıdır?
Temelli olarak başkabirşeyarzuetmek için, zamandan ve mekfin­
dan sıyrılmak, yer ve an ile asgari bir yakınlık yaşamak gerekir...
Fransa tarihinin o kadaraz kesinti arzetmesinin nedeni, mükemmeli­
yete doğru yönelişimizi teşvik eden ve trajik bir bakış açısının gerek­
tirdiği tamamlanmamışlık ihtiyacını hayal kırık.lığına uğratan o özüne
sadakattir. Fransa'da bulaşıcı olan tek şey zihin açıklığıdır; aldanmak­
tan, ne olursa olsun bir şeye kurban olmaktan nefretetmedir. BirFran­
sız'ın macerayı ancak bilincinin tümüyle kabul etmesi bundandır; al­
danmak ister;gözlerini bağlar; bilinçsiz kahramanlık ona haklı olarak
bir zevksizlik, zarafetten uzak birfedakarlıkgibi görünür. Fakat haya­
tın hoyrat muğlaklığı, her an için, iradenin değil, ceset olmadaki, me­
tafizik olarak aldanmadaki/evriliğin ağırbasmasını gerektirir...
ÇÜRÜMENiN KİTABI "
Fransızlar nostaljiyi aşın açıklıkla doldurmuşlarsa, onun mahrem
ve tehlikeli itibarının bir kısmını elinden almışlarsa, Sehnsucht ise ak­
sine, Heimat'la (vatan) Sonsuz arasında çekiştirilen Alman ruhunun
çatışmalanndaçözülmezolan şeyi tüketmiştir.
Bu ruh nasıl yatışabilirdi? Bir yanda yürek ile toprağın bölünmez­
liği içine dalma istenci; öte yanda, giderilemeyen bir arzuyla daima
mek§nı içine alıp eritme istenci. Fakat ufuk sınır arzetmediğinden ve
onunlabirlikte yeni avareliklere duyulan eğilim arttığından, ilerlendi­
ği oranda hedef de geriler. Egzotik zevk, yolculuk tutkusu, manzara­
nın yalnızca bir manzara olarak zevkini çıkarma, içsel biçim eksikli­
ği, hem çekici hem itici olan dolambaçlı derinlik buradan kaynakla­
nu. Heimat'la Sonsuzarasındaki gerilimin çözümü yoktur: Aynı anda
hem kökleşmiş hem köksüzleşmiş olmaktır bu; yuva ile uzaklık ara­
sında bir orta yol bulamamış olmaktır. Özünde uğursuz bir sabit olan
emperyalizm, Selınsucht'un siyası ve kabahk derecesinde somut ter­
cümesi değil midir?
Bazı içsel tahminlerin tarihi sonuçlan üzerinde ne kadarısrar edil­
seazdır. Nosta1ji de bunlardan biridir; varoluş yada mutlak içinde din­
lenmemize engel olur; bizi belirsizolanın içindeyüzmeye, dayanakla­
nmızı kaybetmeye, zaman içindesipersizyaşamayamecbureder.
Topraktan sökülmüş, süre i.çinde sürgüne gönderilmiş ve doğru­
dan köklerinden koparılnıış olmak. ayrılma ve yanlnıa öncesindeki
kökensel kaynaklarla yeniden bütünleşmeyi arzu etmektir. Nostalji,
tam da kendini ezeli bir biçimde evinden uzak hissetmektir; Sıkın­
tı'nın ışıklı ölçüleri ve Sonsuz ile Heimat'ın çelişkili ilkesi dışında,
bitmiş olana, doğrudanolana, toprağın ve ananın çağnsına geri dönüş
biçimine bürünür bu nostalji. Böylelikle zihin ve yürek ütopyalar uy­
durur: Bütün bu ütopyalar arasında en tuhafı da kendi kendimize ver­
diğimiz yorgunluğu attığımız, doğmuş olduğumuz bir evren ütopyası­
dır; bütün yorgunluklanmızın kozmik yastığı olan birevren...
Nostaljik özlemde, elle tutulur bir şey değil, zamandan aynşık ve
bircennet sezgisine yakın olan soyut bir sıcaklık aranır. Varoluşu ol­
duğu haliyle kabul etmeyen her şey, ilahiyatın alanına girer. Nostalji,
Mutlak'ın arzu unsurlanyla inşa edildiği, ölgünlük.le işlenen Sının�
Belirsiz'in Tanrı olduğu, duygusal biril1ihiyattırsadece.
ÇÜRÜMENtN KlTABl
YALNIZLIK - K A L P T E K İ BÖLÜNME
Hayatın bir mucize gibi ortaya çıkmadığı, 3.nın tabiatüstü bir titreme
içinde inlemediği herdefada, isteristemezmahvolmaya yöneliriz... O
doluluk ihsasını, o sayıklama anlarını, o volkanik şimşekleri, Tanrı'yı
yoğrulduğumuz balçığın bir rastlantısı seviyesine düşüren o coşku
harikalarını nasıl yenilemeli? Yanında müziğin bile içimizdeki orgun
kalıntısı gibi yüzeysel göründüğü o parıltıyı hangi kaçamak sayesin­
de tekraryaşamalı?
Bizi hareketin başlangıcıyla çakıştıran, zamandaki ilkilnın efendi­
si ve Yaratıhş'ın anlık zanaatkiirlan kılan heyecanlan hatırlamak. eli­
mizde değildir. Yaratılış'ın artık sadece yoksunJuğunu ve sönük ger­
çekliğini algılanz: Vecdi unutmak için yaşarız. Geleneğimizi ve cev­
herimizi tayin eden de mucize değildir; panlalan elinden alınmış,
kendi yokluklan içinebatmış vegeviş getirmelerimizin yegfilıe konu­
su olmuş birevrenin boşluğudur: Yalnız bir kalbin önünde, yalnız bir
evren; ikisi de birbirinden ayrılmaya, antitez içinde azıtınaya yazgılı­
dır. Yalnızlık, veri'mizden ziyade yegfuıe inanç'ımızı oluşturacak. ka­
dar sivrildiği zaman, her şeyle aramızdaki dayanışma biter: Varoluş­
tan sapınca, tek meziyetleri ölüm dışında bir şeyin gelmesini soluk
soluğa beklemek olan canlılar topluluğundan kovuluruz. Fakat bu
bekleyişin büyüsünden kurtulduğumuzda, yanılsamanın kiliselerin­
den sürüldüğümüzde, en sapkın miirit topluluğu oluruz, zira bizzat
ruhumuz sapmaiçinde doğmuştur.
("Ruh hidayete vardığında, güzelliği o kadar yücelir ve o kadar
hariku13.deleşir ki, tabiatta olan her güzel şeyi mukayesesiz aşar ve
Tanrı'yla Melekler'in gözlerini kamaştırır" [lgnatius de Loyola]).
Herhangi birhidayete konmaya çabaladım; sorulan tasfiye etmek
ve cahil bir ışık, zihni küçümseyen herhangi bir ışık içinde yok olmak
istedim. Fakat seni hiçbir "güzellik" aydınlatmayınca ve Tanp'yla
Melekler körolunca, meselelerin üzerindeyer alan mutlu bir iç çeki­
şe nasıl varılabilir?
Vaktiyle, İspanya'nın ve senin ruhunun efendisi Azize Tereza, sa­
na günah eğilimleri ve başdönmeleriyle dolu bir yol çizdiğinde, aş­
kınlık uçurumu semaya bir düşüş gibi hayran ediyordu seni. Anıa o
semalar dağıldılar-tıpkı eğilimler ve başdönmeleri gibi- soğuk kal­
binde de Avila'nın coşkulan hepten söndü.
ÇOROMl!NtN KiTABI 37
Bazı varlıklar. artık hiı- imana tesadüfedebilecekleri noktaya gel­
mişken, feleğin hangi cilvesiyle kendilerinden başka biryere vanlıı-­
mayan -yani hiçbir yere vardırmayan-- bir yolu takip etmek için geri­
lerler?Acabahidayeteeriştikten sonra. en belirgin meziyetlerini kay­
bedecekleri korkusuylamı?Herinsan derinliklerinin zararına ilerler,
her insan kendinden kaçan bir mistiktir: Yeryüzü. vanlamayan hida­
yetlerveayaklaralbna alınmış sırlarladoludur".)
ALACAKARANLIK DÜŞÜNÜ R L E R İ
Atina ölmek üzereydi; onunla birlikte. bilgiye lapımna da... Büyük
sistemler yaşayacaklan kadar yaşamışlardı: Kavramsal alanla sınıı-­
landıklan için. ıstırapların müdahale.sini. kurtuluş aray1Ş1nı veacıüze­
rine dürensizmeditasyonlan reddediyorlardı. Sona ennekteolan site,
insanf rastlanbsa.llıklann teoriye dönüştürülmesine iınkfin tanıdığı
için, herhangi bir şey -bir aksınkveyaölüm-eski meselelerin yerini
alıyoniu. Çare bulmasaplanbsı biruygarlığın sonununbelinisidir: se-
liınetarayışı dabirfelsefeninsonunun___ Platon veAristoteles bu kay-
gılara sadece denge gerekliliğinden boyuneğmişlerdi, ancak onlardan
sonra bu kaygılar her alanda baskın çıktı.
Roma batarken, Atina'dan gerilemesinin yankılan ve tükenişinin
akislerinden başka bir şey derleyemedi. Yunanlılar'ın şüphelerini bü­
tün İmparatorluk topraklarında dolaştırdık.lan dönemde İmparatorlu­
ğun ve felsefenin geçirdiği sarsıntı, potansiyel olarak tamamına ermiş
bir olguydu. Bütün sorular meşru göründüğünden, biçimsel sınırlara
3§trı bağlılık, keyfi meraklann sefahatını artık engellemiyordu. Epi­
kurosçuluk ve Stoacılığın sızması kolaydı: Soyut yapılann yerini ah­
lak alıyor ve soysuzlaşmış akıl, pratiğin aracı haline geliyordu. Roma
sokakları, ellerinde farklı "mutluluk" reçeteleriyle dolaşan, devasız
bir genel bıkkınlığa şifa bulmak için felsefenin çeperinde ortaya çık­
mış bilgelik uzmanları ve soylu şarlatanlar olan Epikurosçular ve Sto­
acılar'la doluydu. Ama tedavi usfillerinde mitoloji ve tuhaf hikliyeler
noksandı. Bu mitoloji ve hikiiyeler, dönemin evrensel miskinliği için­
de çok uzaklardan gelen ve küçükfark.lanönemsemeyen bir dinin ke­
sinliğini oluşturacaklardı. Bilgelik, miadı dolan bir uygarlığın son sö­
zü, tarihin şafaklannın hiilesi, bir dilnya görüşü çehresine bürünmüş
yorgunluk, daha zinde başka tannlann -ve barbarlığın- gelişinden
" ÇÜRÜMENiN K!TABJ
önceki son hoşgörüdür; aynca, sonun her taraftan yükselen hırıltıları
içinde beyhude bir melodi denemesidir. Zira Bilge -berrak ölümün
teorisyeni, ilgisizlik kahramanı ve felsefenin son safhasının, yozlaş­
masının ve içinin boşalmasının simgesi-kendi ölümü meselesini hal­
letmiştir... ve o andan itibaren bütün meseleleri ortadan kaldınnıştır.
Daha nadir gülünçlüklerle donatılmış olduğundan, aşırı devirlerde
genel patolojinin müstesna bir teyidi gibi rastgelinen bir sınır�va­
kadır.
Kendimizl antik can çekişmenin simetrik noktasında, aynı dertler­
den mustarip ve benzer şekilde içinden sıyrılınmaz büyülerin etkisi
altında bulunca, büyük sistemlerin, sınırlı mükemmeliyetleri tarafın­
dan yıkılmış olduklarını düşünürüz. Kendimiz için de her şey, itibarı
ve tutarlılığı olmayan bir felsefenin konusu haline gelir... Düşüncenin
gayri şahsi kaderi, binlerce ruha, Fikir'in binlerce defa aşağılanması­
na dağılmıştır... Bize artık ne Leibniz ne Kant ne deHegel bir yardım­
da bulunabilir. Kendi ölümümüzle felsefenin kapılarının önüne gel­
mişizdir: Çürüdükleri ve artık savunacak hiçbir şeyleri olmadığı için
kendiliklerinden açılırlar... ve herhangi bir şey, felsefe konusu haline
gelir. Paragrafların yerini çığlıklar alır: Bunun sonucu, mahremiyeti­
ni tarihin ve zamanın görünü.mlerinde bulabilecek birfundus animae
(canlı temel)felsefesidir.
Biz de "mutluluğu" ararız; ya düşkünlükle ya da küçümsemeyle:
Mutluluğu horgörmek de, bunu hfila unutmamak ve düşünerek red­
detmek demektir. Biz de "selamet"i aranz, bunu hiç istemeyerek de
olsa. Ve fazla olgun bir çağın negatif kahramanlanysak, biz.zat bu ol­
gu dolayısıyla, onun çağdaşlarıyızdır: Zamanına ihanet etmek ya da
onun ateşli bir taraftan olmak, -görünürdeki karşıtlığın ardında- aynı
katılım fiiliniifadeeder. Yüce bitkinlikleri, incetiritlikleri, zamandışı
hfilelere özenmeyi -ki bunlann hepsi bilgeliğe yöneltir- kendinde
bulmayan var mıdır? Dünya, yeni bir mutlağın ya da yadsımanın şa­
fağında kendinden geçmeden evvel, çevresini kaplayan boşluk içinde
her şeyi tasdik etıne hakkını kendinde kim hissetmez ki? Ufukta hep
bir tanrı tehdidi görünmektedir. Felsefenin kenarındayız; sonuna rıza
gösterdiğimize göre... Düşüncelerimize tanrının yerl�memesine ça­
ba gösterelim; şüphelerimize hala sahip çıkalım; denge görünümleri
ve mündemiç kaderin çağrısı, bütün keyfi ve acaip özlemler, bükül­
mez hakikatlerden daha tercih edilir olduğu için... Çareleri değiştir­
memiz, tesirli ve muteber hiçbirçare bulamadığımızdandır; çünkü ne
aradığımız yatışmaya, ne de peşinden gittiğimiz hazlara inancımız
çOROMENIN KiTABI "
vardır. Kaypak bilgeleriz biz; modern Romalar'ın Epikurosçular'ı ve
Stoacılar'ıyız...
KENDİNİ İMHA ETMENİN KAYNAKLARI
Omuzlanmıztn ve düşüncelerimizin üzerinde ağır yüklerle bir hapis­
hanede doğmuşuz; kesip atına imkanı bizi bir sonraki gün yeniden
başlamaya teşvik etmese. tek bir günün bile sonunu getiremezdik...
Bu dünyanın prangalan ve solunmaz havası her şeyi elimizden alır,
kendimizi öldürmeözgürlüğühariç; buÖ2gÜI"lükde. buna1bcı ağırlık­
ların üstesindengelen birkuvvetve gurur verirbize.
Kendi hükmünü mutlak olarak elinde bulundurmak ve bunu kul­
lanmamak... bundan dahaesrarengiz biryetenek varmıdır? İntiharın
mümkün olduğu tesellisi, soluksuz kaldığımız o mekinı sonsuz bir
alana çevirir. Kendimizi yok etme fikri, bunaulaşmayollarının çoklu­
ğu, kolaylığı ve yakınlığı sevindirir ve ürkütür bizi; zira kendimiz
hakkında geri dönüşsüz birşekildekararverdiğimiz o hareketten da­
ha basit ve daba korkunç bir şey yoktur. Tek bir anda bütün anlan or­
tadan kaldırırız; bunu Tanrı bile yapamazdı. Fakat palavracı iblisler
olduğumuz.elan sonumuzu erteleriz: Özgürlük gösterişinden, kibrimi­
zin oyunundan nasıl vazgeçebilirdik ki?..
Kendini ortadan kaldınnayı hiç tasarlamamış; ipin, kurşunun, ze­
hirin ya da denizin yardımına başvurabileceğini hiç hissetmemiş kişi.
aşağılık bir kürek mahkllmudur; ya da evrenin leşi üzerinde sürünen
bir solucan... Bu dünya elimizden her şeyi alabilir, bize her şeyi ya­
saklayabilir, ama kendimizi yok etmemizi engellemeye kimsenin gü­
cü yetmez. Bütün aletler buna yardımcı olurlar, bütün uçurumlanmız
buna davet ederler bizi; ama bütün içgüdülerimiz de karşı çıkar. Bu
karşıtlık ıuhwnuzda çıkışsız bir çatışma geliştirir. Hayat üzerine dü­
şünmeye, onda dipsiz bir boşluk keşfetmeye başladığımızda, içgüdü­
lerimiz kendilerine çoktan rehber süsü venniş ve fiillerimizi yönlen­
dinneye başlamışlardır bile; ilhamınuzın kanatlanmasını ve serbestle­
şerek yumuşamamı21 frenlerler. Eğer doğduğumuz anda, ergenlikten
çıkışımızdaki kaclar bilinçli olsaydık, beş yaşında intiharların alışıla­
gelmiş bir olgu, hatta bir saygınlık sorunu olacağı muhtemelden de
öte birgerçektir. Ama çok geç uyanınz: Tefekkür ve hayal kınklıkla­
nmızın bizi yönelttiği sonuçlardan ancak şaşkınlığa kapılabilecek
olan içgüdülerin mevcudiyetiyle döllenmiş yıllar durur karşımızda.
40 ÇÜRÜMENiN KiTABi
Tepki de gösterirler; bununla birlikte, özgürlüğümüzün bilincine var­
mış olan bizler, istifade etmediğimiz için daha da cazipleşen bir ç()zü­
mün efendisiyizdir. Günlere, dahası geceleretahammületmemizi sağ­
lar bu; artık ne yoksuluzdur, ne de husumet tarafından eziliyoruzdur:
Üstün kaynaklar varılır elimizde. Bunlardan hiç yararlanmasak ve so­
numuz geleneksel son nefesle gelse bile, vazgeçişlerimizde bir hazi­
neye sahip olmuş oluruz: Her birimizin kendi içinde taşıdığı intihar­
dan daha büyük bir zenginlik varmıdır?
Dinlerin kendi elimizle ölmeyi yasaklamalarının nedeni, bunda,
tapınakları ve tanrıları aşağılayan bir itaatsizlik örneği görmeleridir.
Or!eans Konsili intihan cinayetten daha vahim bir günah gibi değer­
lendiriyordu; çünkü katil her zaman nedamet getirebilir, kendini kur­
tarabilir, oysa kendi hayatına kasteden kişi selametin sınırlarını aş­
mıştır. Fakat kendini öldürme eylemi zaten radikal birselamet formü­
lünden çıkmaz rru yola? Hiçlik de ebediyetle eşdeğer değil midir'?
Yalnız varlık, evrenle savaşmak ihtiyacında değildir; o, son ihtarı
kendine verir. Sonsuza değin olmak özlemini de duymaz pek; eğer
benzersiz bir fiille, mutlak birbiçimde kendisi olduysa... Göğü ve ye­
ri de kendini reddettiği gibi reddeder. Hiç değilse, özgürlüğü sürekli
gelecekte arayanların bulamadığı bir özgürlük bütünlüğüne varmış
olacaktır...
Şimdiye kadar hiçbir kilise, hiçbirbelediye intihara karşı muteber
bir gerekçe icat etmemiştir. Hayatı artık kaldıramayan kişiye ne söy­
lenebilir'? Hiç kimse başkasının yüklerini kendi üzerine alacak halde
değildir. Dijalektiğin elinde, tartışılmaz ıstıraplann ve teselli bulma­
mış binlerce apaçık olayın saldınsına karşı hangi güç vardır'? İntihar,
insanın ayırt edici özelliklerinden, keşiflerinden biridir; hiçbir hay­
van bunuyapamaz ve meleklerbunun ancak farkına varabilir; intihar­
sız insan gerçekliği, daha az meraka değer ve daha renksiz olurdu:
Sonuca bağlanan çeşitli yollan ve yeni çözümleri trajediye sokacak
olsa bile, tuhafbir iklimin ve kendi estetik değerleri olan birölüm im­
kiinlan dizi.sinin noksanlığı hissedilirdi.
Olgunluklannın delili olarak canlanna kıyan antik bilgeler, mo­
demlerin hafızasından çıkmış olan bir intihar öğretisi yaratmışlardı:
Dehasız bircan çekişmeye adanmış bizler, ne aşınlıklanmızın yaratı­
cısıyız, ne de vedalarımızın belirleyicisi. Son, artık bizim sonumuz
değildir: Sayesinde yavan ve yeteneksiz bir hayatı bağışlatabileceği­
miz yeg§.ne bir girişimin üstünlüğü noksandır, tıpkı yüce bir kinizmin
ve eski görkemli can verme sanatının da noksan olması gibi... Ümit-
ÇOROMENIN KiTABI "
sizliğe talim eden ve kendini kabullenen ceserleriz; kendimize rağ­
men hayatta kalırız ve yalnızca yararsız bir formaliteyi yerine geıir­
mek için ölürüz: Sanki hayaumız, sadece ondan kurtulabileceğimiz
atlı ileri atmamıza bağlıymış gibi...
TEPKİCİ MELEKLER
Melekler içinde en az filozofolanının başkaldırması üzerine bir yargı­
ya vanrken, bunun içine sempati, şaşkınlık ve ayıplama duygularının
karışmaması güçtür. Evreni adaletsizlik yönetir. Orada inşaedilen her
şey, çözülen her şey, pis bir kırılganlığın izini taşır; sanki madde, yok­
luğun bağrındaki birskandalın meyvasıymış gibi... Her varlık birbaş­
ka varlığın can çekişmesiylebeslenir;anlar, zamanın kansızlığı üzeri­
ne vampir gibi UşUşürler - dünya, gözyaşlarının biriktiği bir yerdir...
Bu mezbahada kollanru kavuşturup durmak ya da kılıç çekmek eşit
derecede beyhude hareketlerdir. Hiçbir harika zincirinden boşanma
hareketi mekB.nı sarsamaz, ruhlan da asilleştiremez... Zaferler ve ye­
nilgiler, adı kaderolan bilinmez biryasayagöre birbirini izlerler; ka­
der, felsefiolarakyoksun kaldığlilllzda. şu dünyadaki ya da herhangi
biryerdeki ikametimiz biz.e çözümsüz. maruz kalınacak bir 13.net gibi
saçma, ya da hak edilmemiş göründüğünde başvurduğumuz sözcük­
tür... Kader- mağluplar tenninolojisinin gözde sözcüğü... Devasızlı­
ğa bir isim kadrosu bulmaya meraklıyızdır ve isimler icat ederek, fe­
liketlerimizin üzerinde asılı aydınlıklarda bir hafifleme aranz. Keli­
meler metbametlidirler: Narin gerçeklikleri bizi kandırır ve teselli
eder...
Böylelikle hiçbir şey isteyemeyen "kader". bizim başımıza geleni
istemişolur... Tek izah biçimi olarak Akıldışı'na vurgunuzdur; onun,
yalnızca aynı tabiattaki negatifunsurlan tartan baht terazimizin kefe­
lerini doldurmasını seyrederiz. Bunun böyle olmasına karar venniş
olan, üstelik de bu karann sorumluluğunu taşımayan kuvvetleri kış­
kırtacak gururu nereden bulup çıkamıalı? Adaletsizlik ciğerlerimiz­
deki havaya, düşüncelerimizin mekanına, yıldızların sessizliğine ve
hayreıine musallat olduğu zaman. mücadeleyi kime karşı yönelımeli?
Nereye saldınnalı?İsyanımız. onu uyandıran dünya kadar kötü tasar­
lanmıştır. Ölüm döşeğindeki Don Kişot misali, çdgınbğın son radde­
sinde, tükenmiş birhaldeyken, yollarla. kavgalarlaveyenilgilerle yüz
42 ÇÜRÜMENiN KiTABi
yüze gelme kudretini ve yanılsamasını yitirmiş olduğumuzda, haksız­
lıkları tamir etmeyi nasıl üstümüze vazife edebiliriz? Ve daha zama­
nın başlangıcında, atılımlarıınızın soluğunu tıkayan o iç bulandıncı
bilgelikten habersiz olan isyank5.r meleğin tazeliğini nasıl bulmalı?
Şu dünyadameleklerin izinden gitmekdaha da aşağı düşmek anlamı­
na gelirken; insanların adaletsizliği Tann'nınkini taklit ederken; her
başkaldırı da ruhu sonsuza karşı çıkarır ve paramparçaederken; diğer
melekler sürüsünü silikleştirecek belıigati ve kendini beğenmişliği
nereden alabiliriz? Kimliği belirsiz melekler�yaşı olmayan kanatlan­
nın altında büzülmüş; ezeli olarak Tann'nın içinde galip ve Tann'nın
içindeyenik; uğursuz ilginçliklere karşı duyarsız, yeryüzü matemleri­
ne eşdeğerhayalperestler-onlara taş atmaya ve uykularını bölme id­
diasına kalkışmaya kim cesaret edebilirdi? Düşkünlüğün kibiri olan
isyan, soyluluğunu ancak yararsızlığından alır: Istıraplar onu uyandı­
nr ve sonra terk ederler; taşkınlık onu coşturur, hayal kırıklığıysa
yadsır... Muteber olnıayan bir evrende başkaldırının bir anlamı ola­
mazdı...
(Bu dünyada hiçbir şey kendi yerini bulmuş değildir, başta bizzat
dünya olmak üzere... Öyleyse, insan adaletsizliğini seyrederken hiç
şa§ırmamak gerekir. Toplumun düzenini reddetmek de kabul etmek
de aynı şekildeabestir: Onun iyi veya kötü yöndedeği§İmlerine, ümit­
siz birtutuculukla maruz kalmaya mecburuz; tıpkı doğuma, aşka, ikli­
me ve ölüme maruz kaldığımız gibi. Hayat yasalarının başında çürü­
me gelir: Kendi kalıntılarımıza, cansız nesnelerin kendi kalıntılarına
olduklarından daha yakınızdır; onlardan önce pes ederiz ve yok edil­
mez gibi görünen yıldızların bakışları altında kaderimize doğru koşa­
rız. Ama bizzat yıldızlar da, sadece yüreğimizin ciddiye aldığı, sonra
da istihza noksanlığının kefaretini büyük acılarla ödediği bir evrenin
içinde ufalanırlar...
Tann'nın ve insanların adaletsizliğini hiç kimse düzeltemez: Her
fiil, kökendeki Kaos'un, görünürde örgütlenmi§, özel bir durumudur.
Kökü çağların başlangıcına dayanan bir girdabın içinde sürükleniriz;
o girdabın düzen çehresine bürünmüşolması da, sadece bizi daha iyi
kapıpsürüklemek içindir...)
ÇÜRÜMENiN KiTABI
EDEP KAYG I S I
Ten acının dürtmesiyle uyanır; bu uyanık ve lirik madde, kendi eriyi­
şinin şarkısını söyler. Tabiattan ayırt edilemez olduğu müddetçe, un­
surların unutuluşu içinde serilip yatmıştır: Benlik tarafından henüz
zaptedilmemiştir. Istırap duyan madde yerçekiminden kurtulur, evre­
nin artakalan kısmına anık bağlı değildir, kendini gevşemiş bütünden
tecrit eder; zira bir ayrılık etkeni ve bireyleşmenin etkin ilkesi olan
acı, istatistiksel biralınyazısının zevklerini inkireder.
Hakikaten yalnız varlık, insanlar tarafından terk edilmiş olan değil
insanlar arasında acı çekendir; kendi çölünü peşi sırapanayırlarda sü­
rükleyen ve mütebessim cüzzamlılık, tamiri imkansızlık komedyenli­
ği yeteneklerini sergileyendir. Eski zamanlardaki büyük yalnızlar
mutluydular, ikiyüzlülüğü bilmiyorlardı.gizleyecek birşeyleri yoktu:
Birtekkendi yalnızlıklarıyla söyleşiyorlardı...
Şeylerle aramızda, ıstırabın etkisiyle gevşemeyen ve telef olma­
yan tek bir bağ yoktur; ıstırap bizi her şeyden kurtarır, kendi içinde
saplanıp kalma ve geri dönüşsüz bir şekilde birey olma ihsası dışında
her şeyden. Özünde cevherleşmiş yalnızlıktır bu. O andan itibaren
ötekilerle, yalanın gözbağcılığıyla değilse eğer, hangi yollarla ileti­
şim kurabiliriz ki? Zira eğer hepimiz panayır cambazı olmasaydık,
eğer bilgiç bir şarlatanlığın hünerlerini öğrenmiş olmasaydık, nihayet
edepsizlik ya da trajedi düzeyinde sa11ıimf olsaydık yeraltı dünyaları­
mız okyanuslar dolusu kin kusardı, bu okyanuslarda kaybolmak şeref
payemiz olurdu: Böylelikle onca acaipliğin ve yüceliğin yakışıksızlı­
ğından kaçmış olurduk. Eyüb, zamanında dunnuştur: Bir adım daha
atsaydı, artık ona ne Tanrı, ne de dostları cevap vereceklerdi.
(Cüzzamımızı haykırmadığımız. ölçüde, asırlar tarafından biçim­
lendirilmiş zarif yapmacıklığa saygı gösterdiğimiz ölçüde "uygarla§­
mış"ızdır... Yaşadığı saatlerin ağırlığı altında iki büklüm olmaya hiç
kimsenin hakla yoktur... Her insan bir kıyamet imkiinını barındırır,
ama her insan kendi uçurumlarını düz.leştinneye girişir. Eğer herkes
yalnızlığını kendi ak.ışına bıraksaydı, Tanrı, mevcudiyeti her noktada
kendimize karşı duyduğumuz o korkuya ve terbiyemize bağlı olan bu
dünyayı yeniden yaratmak zorunda kalırdı... -Kaos mu? - Öğrenilen
herşeyi reddetmektir, insanın kendiolmasıdır...)
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı
Emil michel cioran   çürümenin kitabı

More Related Content

Viewers also liked

Whats new-in-p6-eppm-1927798
Whats new-in-p6-eppm-1927798Whats new-in-p6-eppm-1927798
Whats new-in-p6-eppm-1927798
mahmoud omran
 
Lab11 7 вариант (про великого человека) 2 версия
Lab11 7 вариант (про великого человека) 2 версияLab11 7 вариант (про великого человека) 2 версия
Lab11 7 вариант (про великого человека) 2 версия
Iarvailor
 
The evolution of marco
The evolution of marcoThe evolution of marco
The evolution of marco
rapunzel4ever
 
Comparative and Superlative
Comparative and SuperlativeComparative and Superlative
Comparative and Superlative
crafian
 
Comte de lautréamont maldoror'un şarkıları
Comte de lautréamont   maldoror'un şarkılarıComte de lautréamont   maldoror'un şarkıları
Comte de lautréamont maldoror'un şarkıları
Oncü Yıldız
 
11businessletternominchimeg 090924125447-phpapp02 2
11businessletternominchimeg 090924125447-phpapp02 211businessletternominchimeg 090924125447-phpapp02 2
11businessletternominchimeg 090924125447-phpapp02 2
Manzar Naqvi
 

Viewers also liked (18)

A love of pumpkins spuds and beans 02 for slideshare
A love of pumpkins spuds and beans 02 for slideshareA love of pumpkins spuds and beans 02 for slideshare
A love of pumpkins spuds and beans 02 for slideshare
 
Whats new-in-p6-eppm-1927798
Whats new-in-p6-eppm-1927798Whats new-in-p6-eppm-1927798
Whats new-in-p6-eppm-1927798
 
Paket Pensi at SMAN 109
Paket Pensi at SMAN 109Paket Pensi at SMAN 109
Paket Pensi at SMAN 109
 
Lab11 7 вариант (про великого человека) 2 версия
Lab11 7 вариант (про великого человека) 2 версияLab11 7 вариант (про великого человека) 2 версия
Lab11 7 вариант (про великого человека) 2 версия
 
Unit plan bot
Unit plan botUnit plan bot
Unit plan bot
 
The evolution of marco
The evolution of marcoThe evolution of marco
The evolution of marco
 
Paket Lighting Minimalis
Paket Lighting MinimalisPaket Lighting Minimalis
Paket Lighting Minimalis
 
Comparative and Superlative
Comparative and SuperlativeComparative and Superlative
Comparative and Superlative
 
A word press site even your mother can use
A word press site even your mother can useA word press site even your mother can use
A word press site even your mother can use
 
Szkoła dla łobuzów
Szkoła dla łobuzówSzkoła dla łobuzów
Szkoła dla łobuzów
 
Comte de lautréamont maldoror'un şarkıları
Comte de lautréamont   maldoror'un şarkılarıComte de lautréamont   maldoror'un şarkıları
Comte de lautréamont maldoror'un şarkıları
 
Social Media For Business
Social Media For BusinessSocial Media For Business
Social Media For Business
 
Rotary D9520 Membership Seminar Loxton 2014
Rotary D9520 Membership Seminar Loxton 2014Rotary D9520 Membership Seminar Loxton 2014
Rotary D9520 Membership Seminar Loxton 2014
 
Prezentacja1
Prezentacja1Prezentacja1
Prezentacja1
 
Paket Alat Musik Lengkap
Paket Alat Musik LengkapPaket Alat Musik Lengkap
Paket Alat Musik Lengkap
 
11businessletternominchimeg 090924125447-phpapp02 2
11businessletternominchimeg 090924125447-phpapp02 211businessletternominchimeg 090924125447-phpapp02 2
11businessletternominchimeg 090924125447-phpapp02 2
 
Theodor W. Adorno Minima Moralia
Theodor W. Adorno   Minima MoraliaTheodor W. Adorno   Minima Moralia
Theodor W. Adorno Minima Moralia
 
Gül ü Bülbül Mesnevisi
Gül ü Bülbül Mesnevisi Gül ü Bülbül Mesnevisi
Gül ü Bülbül Mesnevisi
 

Similar to Emil michel cioran çürümenin kitabı

29500493 iblis
29500493 iblis29500493 iblis
29500493 iblis
ufuk01
 
90 dakikada nietzsche
90 dakikada nietzsche90 dakikada nietzsche
90 dakikada nietzsche
Turan SARICAM
 
Ahmet altan ve kırar göğüsüne bastırırken
Ahmet altan   ve kırar göğüsüne bastırırkenAhmet altan   ve kırar göğüsüne bastırırken
Ahmet altan ve kırar göğüsüne bastırırken
Savaş Erdoğan
 

Similar to Emil michel cioran çürümenin kitabı (13)

Marquis de Sade Yatak Odasında Felsefe
Marquis de Sade Yatak Odasında FelsefeMarquis de Sade Yatak Odasında Felsefe
Marquis de Sade Yatak Odasında Felsefe
 
29500493 iblis
29500493 iblis29500493 iblis
29500493 iblis
 
Vicdan ve Adalet
Vicdan ve AdaletVicdan ve Adalet
Vicdan ve Adalet
 
Gog - Giovanni Papini (I-II).pdf
Gog - Giovanni Papini (I-II).pdfGog - Giovanni Papini (I-II).pdf
Gog - Giovanni Papini (I-II).pdf
 
Sokrates
SokratesSokrates
Sokrates
 
Henri Charriere - Kelebek / horozz.net
Henri Charriere - Kelebek / horozz.netHenri Charriere - Kelebek / horozz.net
Henri Charriere - Kelebek / horozz.net
 
90 dakikada nietzsche
90 dakikada nietzsche90 dakikada nietzsche
90 dakikada nietzsche
 
Ahmet altan ve kırar göğüsüne bastırırken
Ahmet altan   ve kırar göğüsüne bastırırkenAhmet altan   ve kırar göğüsüne bastırırken
Ahmet altan ve kırar göğüsüne bastırırken
 
Sözler
SözlerSözler
Sözler
 
Hayatı Kavramak
Hayatı KavramakHayatı Kavramak
Hayatı Kavramak
 
Akilah azra kohen pi - Türkçe
Akilah azra kohen   pi - TürkçeAkilah azra kohen   pi - Türkçe
Akilah azra kohen pi - Türkçe
 
başkalarının bakışı
başkalarının bakışıbaşkalarının bakışı
başkalarının bakışı
 
Albert Camus'de Absurd
Albert Camus'de AbsurdAlbert Camus'de Absurd
Albert Camus'de Absurd
 

More from Oncü Yıldız (7)

Anarsi Felsefesi Ve İdeali
Anarsi Felsefesi Ve İdealiAnarsi Felsefesi Ve İdeali
Anarsi Felsefesi Ve İdeali
 
Thomas bernhard eski ustalar
Thomas bernhard  eski ustalarThomas bernhard  eski ustalar
Thomas bernhard eski ustalar
 
E.Cioran Çürümenin Kitabı
E.Cioran   Çürümenin KitabıE.Cioran   Çürümenin Kitabı
E.Cioran Çürümenin Kitabı
 
Jean baudrillard tüketim toplumu
Jean baudrillard   tüketim toplumuJean baudrillard   tüketim toplumu
Jean baudrillard tüketim toplumu
 
Ursula le guin röportajı
Ursula le guin röportajıUrsula le guin röportajı
Ursula le guin röportajı
 
Ölüler Ülkesi Manifestosu
Ölüler Ülkesi ManifestosuÖlüler Ülkesi Manifestosu
Ölüler Ülkesi Manifestosu
 
John fante toza sor
John fante   toza sorJohn fante   toza sor
John fante toza sor
 

Emil michel cioran çürümenin kitabı

  • 1. E. M. Cioran Çürümenin Kitabı • � metis • •
  • 2. E. M. Cioran Çürümenin Kitabı Fransızca yazan Rumen deneme yazan ve ahlakçısı Emil Mlc­ helCioran 8 Nisan 1911 'de Raslnari'de (Romanya) doğdu. On yedi yaşında Bükreş Üniversitesi Felsefe Bölümüne girdi. Li­ sansını Bergson üzerine haıırladıgı bir tezle aldı. 1934'te Bük­ refte yayımlanan ilk kitabı Sur !es cimes du d�espoir (Ümit­ sizHğin Doruklanndal, kendisinın de kabul ettiği gibi, sonradan Rumence ve Fransızca yaıdığı her şeyin özünü banndınr. Ha­ yatın trajik boyutundan habersiz olmakla suçladığı Bergsoncu­ luk'tarı o dönemde koptu. 1937'de, dlni bir krizin Crrrınü olan ve tartışmalar yaratan kitabı Des Jarmes et dessaints (Gözyaş­ ları ve Aziıler Üzerine) yayımlandı. Aynı yıl, Bükre� FransızEıı>­ titüsünden b!r bur,- alarak Parls'e gitti ve oraya yerleşti. 1995 yılında Alzheimer hastalığından öldü. 1947'de Fransızca yazdığı ve Fransa'da yayımlanan ilk ki­ tabı olan Precis de decomposltion'u (1949; Çürümenin Kita­ bı. Metis) şu eserleri izledi (başlıcaları):Syllogismes de l'amer­ tume, 1952 (Bıırııklıık, Metis); la Tentatioıı d'exister, 1956 (Varo/ma Eğiflmi, Gendaş); Histoire ITT Utopie, 1960 (Tarih ve Otopya, Metis); la Chute dans hı temps, 1965 (Zamanda Düşüş); De/'inconvenientd'etrene, 1973 (Doğmıı�Olmanın Sakıncası, Gendaş); Aveıı-,ı: et Anathi!:mes. 1981 (itiraflar ve Aforozlar). Melis'te yayımladıgımız Ezeli Mal,lııp (Entretiens, 1995) yazar1a çeşitli tarihlerde yapılmıı siiy)e-şileri bir arayagetiıiyor.
  • 3. Metis Yayınları ipek Sokak 5, 34433 Beyoğlu. lstanbul Tel: 212 2454696 Faks: 212 2454519 e-posta: info@metiskitap.com www.metiskitap.com Yayınevi Sertifika No: 10726 Çürümenin Kitabı E. M. Cioran Fransı:ı:ca Basımı: Pri'!cis de decomposltion © Editions Galllmard, 1949 ©Metis Yayınları, 1996, 2012 ilk Basım; Ocak 2000 Dördilncil Basım: Kasım 20�3 Yayıma Hazırlayan: Kaya Şahin Kapak Tasanmı: Semih Sökmen Kapak Resmi: Michael Mathfas Prechti, Portakallar, 1977 Dizgi ve Baskı Öncesi Hazırlık: Metis Yayıncılık Ltd. Baskı ve Git: Yaylacık Matbaacılık Ltd. Fatih Sanayi Sitesi No.12/197-203 Topkapı, /rtanbul TeJ: 212 5678003 Matbaa Sertifika No: 11931 ISBN-13: 978-975-3,42-266-6
  • 4. E. M. Cioran Çürümenin Kitabı Fransızca'dan Çeviren: Haldun Bayrı �metis
  • 5. İçindekiler ÇÜRÜMENİN KİTA BI 7 TESADÜF! DÜŞÜNÜR 93 GERİLEMENİN ÇEHRELERİ 106 AZİZLİK VE MUTLAGIN YÜZ BURUŞTURMALARI 119 BİLGİNİN DEKORU 134 EL ETEK ÇEKME 139
  • 6.
  • 7. ÇÜRÜMENİN KİTABI l'lljoirı wilh blackdespairagainstmy sou� Andtomyseifbecome arı enemy. Yeisle birleşeeeğim ruhumakarşı, Ve düşmanıolacağım kendimin. - IIL RTCHARD FANATİZMİN ŞECERESİ Aslında her fikir yansızdır, ya da öyle olmalıdır; ama insan onu can­ landınr, alevlerini ve cinnetlerini yansıtır ona; saflığını yitinniş, inan­ ca dönüştürülmüş fikir, zaman içindeki yerini alır, bir olay çehresine bürünür; Mantıktan sara hastalığına geçiş tamamlanmış olur... İdeolo­ jiler, doktrinler ve kanlı şakalar böyle doğar. İçgüdüsel olarak putlara taptığımızdan, düşlerimizin ve çıkarlan­ mızın nesnelerini kayıtsız şartsız şeyler haline getiririz. Tarih, bir Sahte Mutlaklar Geçidi'nden, bahaneler adına dikilmiş bir tapınaklar dizisinden, zihnin Gayri Muhtemel önünde küçülmesinden ibarettir. Dinden uzaklaştığında bile insan dine tabi kalır; bütün çabasıyla tann benzerleri yaratır, sonra da benimser bunlan ateşlilikle: İçindeki kur­ gu ihtiyacı, mitoloji ihtiyacı, apaçık gerçeğin ve gülünçlüğün üstesin­ den gelir. Bütün cinayetlerinin sorumluluğu tapma gücündedir: Bir tannyı yakışıksızca seven kişi, başkalannı da onu sevmeye zorlar, bu­ na raı:ı olmazlarsa onları yok etmeye de hazırdır. Hiçbir hoşgörüsüz­ lük, ideolojik taviz vermezlik veya din yayıcılığı yoktur ki, şevkin hayvani temelini açığa vurmasın. Hele insan ilgisizlik melekesi'ni bir yitirsin: Potansiyel bir katil haline gelir. Hele.fikrini tannya dönüştür­ sün: Bunun sonuçlan sayılamayacak kadar çoknır. Ancak bir tanrı ya da tanrı taklitleri adına insan öldürülür: Akıl Tannçası'nın. ulus, sınıf ya da ırk fikrinin yol açtığı aşınlıklar Engizisyon'un ya da Reform'un­ kilerle akrabadır. Kanlı marifetler konusunda coşku dönemlerinin üzerine yoktur: Azize Tereza ancak yakılan insanlarla çağdaş olabilir-
  • 8. 8 ÇÜRÜMENtN J<lTABI di, Luther de köylü katliamlanyla... Mistik krizlerde, kurban iniltile­ riyle vecd iniltileri birbirine paraleldir... Darağaçları, zındanlar, hüc­ reler, ancak bir imanın gölgesinde çoğalır - ruhu hepten sarmış olan o inanma ihtiyacının gölgesinde. Bir doğruyu, kendi doğrusunu elinde bulunduran kişinin yanında şeytan bile epey soluk kalır. Neronlar'a, Tiberiuslar'a karşı adaletsiz davranıyoruz: Ayrılıkçılık kavramını hiç de onlar icat etmemiştir: Katliamlarla kendini oyalayan, çığrından çıkmış hayalciler olmuşlardır sadece. Hakiki' katiller, dini veya siyasi düzeyde bir ortodoksluk kuranlardır; mümin ile mezhep sapkını ara­ sında ayrım yapanlardır. Fikirlerin birbirinin yerine geçebildiğini kabullenmemekte ısrar edilince, kan akar... Kesin kararlann altından bir hançer yükselir; alevli gözler cinayet habercisidir. Hamlet'ten etkilenmiş mütereddit bir ruh asla zarara yol açmamıştır: Kötülüğün ilkesi irade gerilimin­ dedir, huzuru yaşayamamaktadır; tıka basa ideallerle dolu, kanaatleri­ nin ağırlığı altında patlayan ve şüpheyle tembelliği -bütün faziletle­ rinden daha soylu zaaftan- alaya almakla gönül eğlemiş olduğu için, nıahvolduğu bir yola, tarihe, o densiz sıradanlık ve kıyamet kanşımı­ na ginniş olan bir ırkın Prometheus'vıi.ri megalomanisindedir... Orada kesinlikler çoktur: Bunlan kaldınn, özellikle de sonuçlannı kaldırın: Cenneti yeniden kurarsınız. Düşüş, bir doğrunun peşine takılma ve onu bulmuş olmaktan emin olma değilse; bir dogma için duyulan tut­ ku, bir dogınanın içine yerleşme değilse nedir? Bundan fanatizm do­ ğar -insana işgörür olma, peygamberlik yapma ve terör zevkini veren temel kusur-, o lirik cüzzam aracılığıyla ruhlara bulaşır, boyun eğdi­ rir; anlan ezer ya da taşkınlaştınr... Bunun elinden bir tek kuşkucular kurtulur (ya da miskinler ve estetler), çünkü hiçbir şey önermezler, çünkü -insanlığın hakikl" velinimetleri olan onlar- tarafgirlikleri yok eder ve içlerindeki sayıklamayı tahlil ederler. Bir Pyrrhon'un� yanın­ da, kendimi bir Aziz Paulus'un yanında olduğundan daha güvenlikte hissederim; nüktedan bir bilgeliğin, zincirinden boşanmış bir azizlik­ ten daha yumuşak olması nedeniyle... Ateşli bir ruhta, kılık değiştir­ miş bir avcı hayvan bulunur; kişi, bir peygamberin pençelerinden ko­ lay kolay kurtulamaz... İster sema adına, ister site veya ba§ka bahane­ ler adına sesini yükselttiğinde, uzaklaşın ondan: Yalnızlığınızın sati­ ridir, onun hakikatlerinin ve taşkınlıklannın berisinde yaşamantzı af­ fetmez; histerisini, varını yoğunu onunla paylaşmanızı ister; bunu si- • KuşkuculukokulununM.Ö. 365-275 yıllarındayaşamı�o!ruıkorucusu.(ç.n.)
  • 9. ÇÜRÜMENiN KlTABI ' ze dayatmak ve sizi tanınmaz hale getinnek ister. Bir inanç tarafından ele geçirilip onu ötekilere iletmeye çalışmayan insan, seliimet saplan­ tısının hayatı soluksuz bıraktığı bir yer olan yeryüzüne yabancı bir olaydır. Etrafınıza bakın: Her tarafta vaaz veren solucanlar; her ku­ rum bir misyonu dile getirir; tapınaklar gibi belediyelerin de mutlak­ ları vardır; yönetimin ise yönetmelikleri - maymunların kullanımına yönelik metafizik... Hepsi de bütün insanların yaşamına çare bulmaya çabalar: Dilenciler ve şifasız hastalar bile buna can atarlar: Dünya kal­ dırımları ve hastaneler reformcularla dolup taşar. Olay kaynağı haline gelme isteği, her birinin üzerine zihinsel bir karışıklık, ya da kişinin kendi istediği bir !il.net gibi etki eder. Toplum - bir kurtarıcılar cehen­ nemi! Diogenes'in elinde lambasıyla aradığı, ilgisizbiriydi... Birisinin idealden, gelecekten, felsefeden içten bir şekilde söz etti­ ğini, emin bir ses tonuyla "biz" dediğini, "diğerleri"ni andığını duy­ mam; kendini onların tercümanı olarak gördüğüne şahit olmam onu kendime düşman görmem için yeterlidir. Onda bir tiran müsveddesi, aşağı yukarı bir cellat görürüm; tiranlar kadar, büyük cellatlar kadar nefrete müstahaktır. Her imanın bir tür terör icra etmesindendir bu; ve bunu yerinegetirenin "saflar" olması, olayı daha da ürkütücü hale ge­ tirir. Kurnazlara, düzenbazlara, zirzoplara güvenilmez; halbuki tarih­ teki hiçbir büyük kargaşa onlara isnat edilemezdi; hiçbir şeye inanma­ dıkları için ne yüreklerinize ne de artdüşüncelerinize karışırlar; sizi kendi gevşekliğinizin, ümitsizliğinizin ya da yararsızhğınızın eline bırakırlar; insanlık yaşadığı azıcık refah anlarını onlara borçludur: Fa­ natiklerin işkence ettiği ve "ldealistler"in batırdığı halkları kurtaran onlardır. Doktrinsizdirler, sadece kaprisleri ve çıkarlan vardır; ilkeli despotizmin yol açtığı yıkımlardan bin kere daha dayanılır olan uyumlu zaaflardır bunlar. Zira hayattaki bütün kötülükler bir "hayat anlayışı"ndan ileri gelir. Olgunlaşmış bir siyaset adamı, eski Sofist­ ler'in çalışmalarını derinleştirmeli ve şan dersleri almalıdır; - bir de yolsuzluk dersleri... Fanatik ise yolsuzluğa kapılmaz: Bir fikir uğruna öldürüyorsa, onun için pekdlii. ölebilir de; her iki durumda da, tiran veya şehit de ol­ sa, bir canavardır. Bir inanç için acı çekmiş olandan daha tehlikeli varlık yoktur: En büyük zalimler, kafası kesilmemiş mazlumlar ara­ sından çıkar. Acı, güç iştahını azaltmak şöyle dursun, onu azdırır; zi­ hin de kendini bir soytarının meclisinde bir kurbanınkinden daha ra­ hat hisseder; onu, bir fikir için ölünen gösteriden daha fazla tiksindi­ ren hiçbir şey yoktur... Yücelik ve kan dökmeden bıkıp usandığl için,
  • 10. O ÇÜRÜMEN!N KiTABI evrenle eş düzeyde bir taşra sıkıntısının; şüphenin bir olay ve ümidin bir musibet gibi görüneceği değişmezlikte bir Tarih'in hayalini ku­ rar... ANTİ-PEYGAMBER Her insanın içinde bir peygamber uyuklar ve o uyandığında, dünya­ daki kötülükbiraz dahaartar... Vaaz verme çılgınhğı içimizde öylesine yer etmiştir ki, korunma içgüdüsünün bilmediği derinliklerden doğar. Her insan, kendinin bir şey önereceği iirıı bekler: Ne önerdiği önemli değildir. Bir sesi vardır ya, o yeter. Ne sağırne dilsiz olmanın bedelini pahalıya öderiz... Çöpçüsünden züppesine kadar herkes, cinai cömertliğinin kese­ sindenharcar; hepsi, mutluluk reçeteleri dağıtır; hepsi, herkesin adım­ larına yön vennek ister: Ortaklaşa hayat, bundan ötürü tahammül edil­ mez birhale gelir; insanın kendi hayatı daha da çekilmez olur: Başka­ larının işlerine hiç karışmadığı zaman kişi kendi işleri için o kadaren­ dişeduyarki, kendi "benliği"ni birdineçevirir, yada tersten havarilik yaparak "benliği"ni yok sayar: Evrensel oyunun kurbanıyızdır... Varoluşun veçhelerinegetirilençözüm önerilerinin bolluğu, ancak bu önerilerin nafılelikleriylemukayese edilebilir. Tarih: İdeal imalat­ hanesi... huyu suyu belli olmayan mitoloji, sürülerin ve yalnızlann taşkınlıkları... gerçekliği olduğu haliyle tasarlamanın reddi, ölümcül kurgu açlığı... Fiiliyatımıztn kaynağı, kendimizi zamanın merkezi, nedeni ve so­ nucu zannetmeye bilinçsizce meyilli olmamızdadır. Reflekslerimiz ve gururumuz, teşkil ettiğimiz et ve bilinç parçasını bir gezegene dö­ nüştürür. Eğer dünyadaki konumumuzu doğru olarak anlayabilsey­ dik; eğer kıyaslamak, yaşamak'tan ayrılmaz olsaydı, mevcudiyetimi­ zin ufaklığının açığa çıkması bizi ezerdi. Ama yaşamak, kendi boyut­ lanna karşı körleşmektir... Bütün fiiliyatımız -soluk almaktan imparatorluklar ya da metafi­ zik sistemler kurmaya kadar- kendi önemimiz hakkında bir yanılsa­ madan, bilhassa da peygamberlik içgüdüsünden çıktığına göre, kendi hükümsüzlüğünü doğru bir şekilde görmesi durumunda, işe yarar ol­ maya ve kendini kurtarıcı gibigöstermeye kimçalışırdı ki? "İdeal"siz birdünya, doktrinsiz bir can çekişme, yaşamsız birebe­ diyet hasreti... Cennet... Fakat kendimizi oyalamaksızın bir saniye bi-
  • 11. ÇÜRÜMENiN KITABI ı ı le var olamazdık: İçimizdeki peygamber, bizi kendi boşluğumuzda ihya eden deli tarafımızdır. İdeal bir şekilde zihni açık, yani ideal bir şekilde nornıal insan, içindeki hiçlik'ten başka hiçbir şeye tutunmamalıdır... Onu işittiğimi farzediyorum: "Amaçtan, bütün amaçlardan koparılmışım: arzuları­ mın ve buruk:luklarımın sadece formüllerini muhafaza ediyorum. So­ nuca bağlama eğilimine direndiğim için ruhu yendim; tıpkı hayatı da, onun içinde çözüm aramaktan dehşete kapılarak: yendiğim gibi... İn­ sanın seyri - ne mide bulandırıcı şey! Aşk- iki tükürüğün karşılaşma­ sı... Bütün duygular mutlak:lannı salgı bezlerinin sefilliğinden alırlar. Asalet varoluşun yadsınmasındadır, harap olmuş manzaralara tepe­ den bakan bir tebessümdedir yalnızca. (Vaktiyle bir "benliğim" vardı; artık sadece bir nesneyim... Yalnız­ lığın bütün uyuşturucularını tıka basa alıyorum; dünyanın uyuşturucu­ ları bana benliğimi unutturamayacak: kadar hafiftiler. İçimdeki pey­ gamberi öldürmüş olduğuma göre, nasıl olur da insanlar arasında h§.lii bir yerim olabilir ki?) TANIMLAR MEZARLIG-INDA "Artık benim için hiçbir şey konu olamaz, zira bütün şeylerin tanımını verdim," diye haykıran bir zihin tahayyül edebilir miyiz acaba? Böyle bir şeyi tahayyül edebilsek bile, süre içinde nasıl konumlandırılır bu? Bizi çevreleyen şeylere, onlara isim verdiğimiz -ve ötelerine geç­ tiğimiz- ölçüde tahammül ederiz. Ama, bir şeyi bir tanımla benimse­ mek, ne kadar keyfi olursa olsun -ne kadar keyfiyse o kadar da va­ himdir, çünkü bu durumda ruh bilginin önüne geçer- o şeyi dışlamak­ tır; onu yavanlaştırmak ve yersizleştirmektir, yok etmektir. Avare ve münhal bir zihin --dünyayla da yalnızca uyku sayesinde bütünleşen bir zihin- şeylerin isimlerini çoğalnnak, içlerini boşaltmak ve yerleri­ ne fonnüller koymaktan başka hangi işi icra edebilir? Sonra, şeylerin yıkıntıları üzerinde ilerler; artık ihsas yoktur: Yalnızca hauralar. Her formülün altında bir kadavra yatmaktadır: Varlık veya nesne, mahal verdiği bahanenin altında ölür. Zihnin havai ve uğursuz hovardalığı­ dır bu. Ve bu zihin isimlendirdiği ve kayda düştüğü şeylerin içinde kendini de heba etmiştir. Sözcüklere il.şık olduğu için, ağır sessizlik·
  • 12. 12 ÇÜRÜMENiN KiTABi ]erdeki esrardan nefret ediyordur ve bu sessizlikleri hafifleştirip saf­ laştınr: Bu zihnin kendisi de hafif ve saf bir hale gelmiştir, çünkü her şeyin yükünü atmış ve her şeyden arınmıştır. Tanımlama zaafı, onu merhametli bir cani ve uysal bir kurban haline getirmiştir. Ruhun zihne yaydığı ve ona canlı olduğunu hatırlatan tek leke de böylece silinmiştir. UYGA R L I K V E I-IAVAİI.İK Küstah ve leziz zihinler eserlerin ve şaheserlerin dokularına ince hor­ görti ve hercai alaylardan saçaklar eklemeselerdi, onların aşınmış küt­ lesine ve derinliğine nasıl dayanabilirdik? İncelikleriyle toplumun hem doruklarına hem de kıyısına yerleşen o sevimli varlıklar olmasa, ataletle görgünün zeki ve beyhude zaaflara gereksiz yere kattığı yasa­ lara, adetlere, kalpten kopan pasajlara nasıl tahammül ederdik? Ciddiyeti kötüye kullanmamış, değerlerle oynarruş, bu değerleri meydana getinnekten ve yok etmekten büyük bir zevk almış uygar­ lıklara minnettar olmak gerekir. Yunan ve Fransız uygarlıklan dışın­ da, şakacı bir zihin açıklığıyla şeylerdeki zarif hiçliğin gösterisini su­ nan bir uygarlık biliyor muyuz? Alkibiades'in dönemi ile on sekizinci yüzyılFransası iki teselli kaynağıdır. Halbuki diğer uygarlıklar, haya­ ta bir yararsızlık lezzeti veren o neşeli icraatın tadını ancak son aşa­ malarında, bütün bir inanç ve gelenek sisteminin çöküşünde alabil­ mişlerdir� bu iki yüzyıl ise, her şeye karşı kaygısız olan ve her şeyi kabul eden can sıkıntısını en olgun çağlarında, güçlerine ve geleceğe tam anlamıyla mfilikken yaşamışlardır. Bir yandan hayata lclnet okur­ ken yine de hayattaki burukluğun hoşluklarını tadan, yaşlı, kör ve ile­ ri görüşlü Madam du Deffand'dan iyi bir simge var mıdır? Hiç kimse havaJ!iğe hemen ulaşamaz. O bir ayrıcalık ve bir sanat­ tır; her tür kesinliğin imkansız olduğunun farkına varan ve kesinlik­ lerden tiksinen kimselerdeki yüzeysellik arayışıdır; doğal bir şekilde dipsiz oldukları için hiçbir yere götüremeyecek uçurumlardan uzağa kaçıştır. Bununla birlikte, geriye görünümler kalır: Neden bunları bir üslti.p düzeyine yükseltmeyelim? Bütün akıllı devirlerin tanımı buradadır. İfadeyi taşıyan ruhtan ziyade, ifadenin kendisine; sezgiden ziyade te­ veccühe itibar edilen noktaya varılır; heyecan bile nazik bir hale ge-
  • 13. ÇÜRÜMENiN KlTABI 13 lir. Hiçbir zarafet önyargısı taşımayan, kendi kendine teslim edilmiş olan varlık bir canavardır; kendi içinde, sadece elikulağında terörün ve inkarın kol gezdiği karanlık bölgeler bulur. Ölmekte olduğunu bü­ tün canlılığıyla bilmek ve bunu gizleyememek bir barbarlık eylemi­ dir. Her samimi felsefe, sırlarımızı eleyen ve istenen etkilere dönüş­ türme işlevi gören uygarlığın unvanlarını inkfir eder. Böylece havai­ lik, olduğumuz gibi olma derdine karşı en etkiii panzehir haline gelir: Onun aracılığlyla dünyayı kötüye kullanırız ve derinliklerimizde ya­ tan yakışıksızlığı gözlerden saklarız. Onun hünerleri olmasa. bir ruh sahibi olmaktan ötürü nasıl yüzümüz kızarmazdı'? Aşın hassas yalnız­ lıklarımız, ötekiler için ne cehennemdir! Ama hep onlar için, bazen de kendimiz için icat ederiz görünümlerimizi... T A N R I'NIN İ Ç İ ND E YOK O L M A K Farklı özüne itina gösteren ruh, kaçındığı şeyler tarafından her adım­ da tehdit edilir. Dikkati -en büyük ayrıcalığı- onu sık sık terk ettiği için, kaçmak istediği eğilimlere boyun eğer, ya da murdar sırlara yem olur... Bizi hayvanlara ve nihai meselelere yakınlaştıran bu korkulan, bu titremeleri, bu başdönmelerini kim yaşamamıştır ki? Dizlerimiz bükülmeden titrer, ellerimiz kavuşmadan birbirini arar, gözlerimiz hiçbir şey görmeden yukarı bakar... Cesaretimizi pekiştiren o dikey kibri, bizi gösteri yapmaktan muaf tutan duyguyu, o hareketlerden dehşet duyma duygusunu muhafaza ederiz; gülünçlük derecesinde ifadeye gelmez olan bakışları örtmek için, gözkapaklarımızın yardı­ mını da... Kayıp gitmemiz yakındır, ama kaçınılmaz değildir; ilginç bir kazadır, ama hiç yeni değildir; korkulanmızın ufkunda şimdiden bir tebessüm doğmaktadır... duanın kucağına hiç düşmeyeceğizdir... Zira sonunda O kazanmamalıdır; büyük harfle yazılan ismini lekele­ mek, istihzamıza düşer; saçtığı titremeleri dağıtmak da yüreğimize... Böyle bir varlık gerçekten olsaydı; zayıflıklarımız kararlarımıza. derinliklerimiz sınamalanmıza üstün gelseydi, o zaman hfilfi düşün­ meyi sürdürmek beyhude olmaz mıydı? Madem ki zorluklarımız hal­ lolmuş, sorularımız askıya alınmış ve büyük korkularımız yatıştınl­ mış... Fazla kolay olurdu bu. Her mutlak-şahsi veya soyut-, sorunlan es geçmenin bir tarzıdır; sadece sorunları değil, duyuların paniğinden başka bir şey olmayan köklerini de...
  • 14. 14 ÇÜRÜMENiN KlTABJ Tanrı: Ürküntümüzün üzerine dosdoğru düşüş; hiçbir ümide kan­ mayan arayışlarımızın ortasına yıldırım gibi inen selfunet; tesellisiz kalmış ve zaten teselli edilmek de istemeyen kibrimizin dolambaçsız bir biçimde geçersizleşmesi; bireyin kızağa çekilme yolunda ilerle­ mesi; endişe noksanlığı yüzünden ruhun işsiz kalması... imandan daha büyük bir feragat var mıdır? İman olmadığında son­ suz sayıda çıkmaza girildiği doğrudur. Ama hiçbir şeyin sonunun hiç­ bir şeye çıkmadığını; evrenin, hüznümüzün bir yan-üıünü olduğunu bile bile, bu ayak sürüme ve kafamızı yere göğe vura vura ezme zev­ kinden kendimizi niye mahrum edelim? Atadan kalma ödlekliğimizin bize önerdiği çözümler, entelektüel edebinden yan çizmenin en beter yollarıdır. Yanılmak, kandınlrnış olarak ya�ma.k ve ölmek; insanların yaptığı budur. Ama bizi Tan­ rı'nın içinde yok olmaktan koruyan ve bütün anlanroızı, hiç etmeye­ ceğimiz dualara dönüştüren bir haysiyet de vardır. ÖLÜM Ü Z E R İ N E Ç E Ş İTLE M E L E R 1. - Hiçbir şeye dayanmadığı için, bir gerekçenin gölgesi bile bulun­ madığı için, hayatta sebat ederiz. Ölüm fazla kesindir; bütün sebepler onun tarafında bulunur. İçgüdülerimize esrarengiz gelir; düşünüşü­ müzün önünde, berrak ve itibarsız bir halde, biJinmeyerıirı sahtecazi­ besi olmaksızın belirir. HükQmsüz sırları biriktire biriktire, anlamsızlığı tekeline ala ala, hayat ölümden fazlaürküntü verir: BüyükMeçhul odur. Bunca boşluk ve anlaşılmazlık nereye varabilir? Günlere tutunu­ ruz, çünkü ölme arzusu fazla mantıksaldır, bundan dolayı da işe yara­ mazdır. Hayat belirgin, tartışılmaz açıklıkta tek bir gerekçeye sahip olsaydı kendini yok ederdi; içgüdüler ve önyargılarTutarlılık'la tema­ sa geçtiklerinde ortadan kalkarlar. Soluk alan her şey teyit edileme­ yenle beslenir; birazcık mantık ilavesi bile, varoluş -Sağduyusuzluk çabası- için uğursuz olurdu. Hayata sarih bir anlam verin: Henıen o an cazibesini yitirir. Hedeflerindeki belirsizlik onu ölümden üstün kı­ lar; bir nebze sarahat bile onu mezarlar kadar bayağılaştırabilirdi. Zi­ ra hayatın anlamını konu alan bir müspet bilim yeryüzünü bir günde ıssız bırakırdı; Arzu'nun verimli gayri muhtemelliğini de hiçbir çılgın yeniden canlandıramazdı.
  • 15. ÇÜRÜMENiN KtfABI 15 il. -İnsanlar, en nazlı ölçütlere göre sınıflandınlabilir: mizaçları­ na göre; eğilimleri, düşleri ya da salgı bezlerine göre... Kravat değişti­ rir gibi fikir değiştirilir; zira her fikir, her ölçüt, dışarıdan, zamanın bi­ çinılenişlerinden ve tesadüflerinden gelir. Fakat kendimizden gelen, kendimiz oları bir şey varciır; görünmez, ama içsel olarak teyit edile­ bilir bir gerçeklik; her an kavranabilen ve hiçbir zaman kabullenmeye cesaret edilmeyen ve ancak tüketilmeden önce gündeme gelen uygun­ suz ve ezeli bir mevcudiyet: Ölümdür bu, hakiki ölçüt odur... Bütün canlıların en mahrem boyutu olan ölüm, birbirine indirgenemeyen iki düzene ayırır insanlığı... Bu iki düzen arasındaki mesafe, bir akbabay­ la bir köstebek, bir yıldızla bir tükürük arasındakinden de fazladır... Ölüm duygusu olan insanla bu duyguya hiç sahip olmayan arasında, iletişimi mümkün oln1ayan iki dün)·anln uçurumu aç1.l1r, bununla bir­ likte ikisi de ölür; fakat biri ölümünden habersizdir, ötekiyse bunu bi­ lir; biri sadece bir anda ölür, ötekiyse sürekli ölmektedir... Ortak ko­ şullan ikisini de birbirine karşıt uçlara yerleştirir; iki aşın uca ve aynı tanımın içine; uzlaşmaz!ıklıı.nyla aynı kadere maruz kalırlar... Biri sanki ebediymiş gibi yaşar; öteki d�vamlı olarak ebediyetini düşünür ve bunu her düşüncesinde inkiir eder. Hiçbir şey hayatımızı değiştiremez, hayatı iptal eden kuvvetlerin içimize aşama aşama sızması dışında hiçbir şey. Ne büyümemizdeki sürprizler, ne de yeteneklerimizin serpilmesi hayata yeni bir ilke ka­ tar; hayatın nezdinde ancak tabildironlar. Tabif olan hiçbir şey de bizi kendimizden başka bir şey haline getiremez. Ölümün önbelirtisi olan her şey, hayata bir yenilik meziyeti katar, onu dönüştürür ve büyütür. Sağlık, hayatı olduğu halde, kısır bir kim­ lik içinde muhafaza eder; oysa hastalık bir faaliyettir; insanın sergile­ yebileceği en yoğun faaliyet, kendini kaybetmiş ve... duraklamalı bir harekettir; hareket göstermeksizin bol bol enerji sarfetmektir, tamiri imkfuısız bir gök parıltısını düşmanlıkla ve tutkuyla beklemektir. 111. -Ölüm saplantısına karşı, aklın gerekçeleri gibi ümidin kaça­ maklannın da işe yaramaz olduğu ortaya çıkar: Anlamsızlıklan, ölme iştahını azdırmaktan başka şeye yaramaz. Bu iştahın üstesinden gel­ mek için bir tek "yöntem" vardır: Bunu sonuna kadar yaşamak; tüm hazlarına, tüm boğucu sıkıntılanna maruz kalmak; bundan kaçmak için hiçbir şey yapmamak. Doyasıya yaşanan her saplantı kendi aşın­ lıklarıyla kendini ortadan kaldırır. Ölümün sonsuzluğu üzerinde dura dura düşünce bunu yıpratmayı başarır, bizi bundan tiksindirir; bu rıe-
  • 16. 16 ÇÜRÜ11ENIN KtrAB! gatiffazlalığın elinden hiçbir şey kurtulmaz; ölümün itibannı tehlike­ ye düşürüp azaltmadan önce, bize hayatınboşunalığını gösterir. Kendini bunaltının zevklerine kaptırmamış; düşüncelerinde, sö­ nüp gitme tehlikesinin lezzetine bakmamış, zalim ve yumuşak yok oluşların tadını almamış kişideki ölüm saplantısı hiç iyileşmeyecek­ tir: Bunun ıstırabını çekecektir, çünkü buna direnmiş olacaktır; oysa bir dehşet disiplininde ustalaşmış kişi, kendi kokuşmuşluğu üzerine düşünerek kendini kararlılıkla kül haline getirmiş kişi, ölümün geç­ mişi'ne doğru bakacaktır - kendisi de artık yaşayaınayan. bir dirif­ miş'ten başka bir şey olmayacaktır. "Yöntem"i onu hem hayattan hem ölümden kurtarmış olacaktır. Her esaslı tecrübe uğursuzdur: Varoluşun katmanlannda bir kalınlık noksanlığı vardır; bunları kazan yürek ve varlık arkeoloğu, arayışları­ nın sonunda boş derinliklerle karşılaşır. Görünümlerin zırhını boş ye­ re özlemle arayacaktır. Sözüm ona en yüksek sırların ifşaatı olan Antik Esrar'dan bize bil­ gi konusunda hiçbir şey intikal etmemiştir. Herhalde müptedilerin hiçbir şey aktarmama zorunlulukları vardı; fakat yine de aralarından tek bir gevezenin çıkmamış olması akıl alır gibi değildir; bir sırda böylesine inat etmekten daha ters bir şey var nudır insanın tabiatına? Aslında hiçbir sırrın olmamış olmasındandır bu; olup biten il.yinler ve ürpertilerdir. Perdeler kaldınldığında, ortaya sonsuz uçurumlardan başka ne çıkabilirdi? Sadece hiçliğin sırlarına giriş yapılabilir� ve canlı olmanın gülünçlüğünün. ...Yanılgıdan kurtulmuş yüreklerin katılacağı bir Eleusis töreni* düşünüyorum, tanrılann ve yanılsama ateşliliğinin olmadığı açık bir Esrar... A N L A R I N KIYISINDA Şeylerden aldığımız zevki ayakta tutan ve şeylerin hfilii var olmasını sağlayan, ağlamanın imkansızlığıdır: Tatlanru tüketmemize ve bun­ lardan yüz çevirmemize engel olur. Onca yolun ve kıyının üzerinde, gözlerimiz kendi içlerinde boğulmayı reddettikleri zaman, kuruluk.la- *Dinisırlanaçıklamak için yapılantörenler.(ç.n.)
  • 17. ÇÜRÜMENiN KiTABI 17 nyla, hayran olduk.lan nesneyi koruyorlardır. Gözyaşlanmız tabiatı heba eder, kendinden geçişler de Tanrı'yı... Ama sonunda, bizi de he­ ba ederler. Zira ancak en yüksek arzularımızı serbest mecralanna bı­ rakmayı reddederek oluruz: Hayranlığımızın ya da hüznümüzün çem­ berine giren şeyler, sadece onları sulu vedaanrnızla kurban etmediği­ miz ve kutsamadığımız için orada kalırlar. ...Böylelikle, her geceden sonra, kendimizi yeni bir günün karşı­ sında bulduğumuzda, o günü doldunna gerekliliğinin gerçekleştirile­ mez oluşu içimizi ürküntüyle doldurur; ve ışık içinde nerede olduğu­ muzu şaşırmış bir halde, sanki dünya az önce sarsılmış ve kendi Yıl­ dız'ını icat etmiş gibi, bir teki bile bizi zamanın dışına çıkarmaya yete­ cek olan gözyaşlarından kaçarız. ZAMANIN PARÇALARININ BİRBİRİNDEN AYRILMASI Anlar birbirini izler: Bir kapsamları olduğu yanılsamasına, ya da bir anlamlan olduğu hayaline kapılmak için hiçbir sebep yoktur; cereyan ederler; seyirleri bizim seyrimiz değildir; sersem bir algıya hapsol­ muş bir şekilde ak.ışını seyre dalarız onların. Zaman boşluğunun önünde yürek boşluğu: Karşı karşıya, birbirlerine yokluklarını yansı­ tan iki ayna, aynı hiçlik görüntüsü... Hayalperest bir budalalığın etkisi altındaymış gibi, her şey aynı seviyeye gelir: Artık doruklar da yok­ tur, uçurumlar da... Yalanlardaki şiir, bir muammanın dürtüsü artık nerede keşfedilir? Sıkıncıyı hiç bilmeyen ki�i, çağların doğuşundan önceki dünyanın çocukluğunda bulunmaktadır lıfilii; ahı gitmiş vahı kalmış, kendi bo­ yutlarına aldırmayan o yorgun zamana, kendi geleceğinin eşiğindey­ ken aniden bir yadsıma lirizmi mertebesine çıkartılmış maddeyi de beraberinde sürükleyerek çöken zamana kapalı kalır. Sıkıntı, kendi kendine yarılan zamanın içimizdeki yankısıdır... boşluğun açığa çık­ masıdır, hayatı destekleyen-ya da icat eden- o sayıklamanın kuruma­ sıdır... Değer yaratan insan, tam anlamıyla sayıklayan varlıktır; bir şeyin var olduğu inancından mustariptir, oysa nefesini tutması kiifidir: Her şey durur. Heyecanlarını askıya alsa: Artık hiçbir şey titremez olur. Kaprislerini ortadan kaldırsa: Her şey soluklaşır. Gerçeklik aşırılıkla� nmızın, ölçüsüzlüklerimizin ve dengesizliklerimizin bir eseridir. Çar-
  • 18. 18 ÇÜRÜMENiN KlTAB[ pıntılarımızı frenleyebildiğimizde: Dünyanın akışı yavaşlar. Ateşlili­ ğimiz olmasa, mekiin buz tutar. Zaman bile, birazcık zihin açıklığıyla çırılçıplak ortaya çıkacak o dekoratif evreni doğurduğu için arzuları­ mız, akmaktadır. Birazcık açıkgörilşlülük, en baştaki durumumuza indirger bizi: Çıplaklık. Azıcık istihza, kendimizi aldatmamıza ve ya­ nılsamayı hayal etmemize imkiin veren o gülünç görünüşlü ümitler­ den arındırır: Aksi yönde her yol hayatın dışına götürür. Can sıkıntısı bu güzergahın başlangıcıdır sadece... Zamanın fazla uzun olduğunu hissettirir bize - bir erek gösterme yeteneğine sahip değildir. Her nes­ neden kopmuş olan, dışarıdan özümleyecek hiçbir şeyi de olmayan bizler ağır ağır kendimizi imha ederiz, çünkü gelecek bize bir oluş ne­ deni sunmak.tan çıkmıştır. Sıkıntı bize, zamanın aşımı değil de yıkımı olan bir ebediyeti ifşa eder; bıitıl inanç noksanlığından çürümüş ruhların sonsuzudur o: Kendi düşüşlerinin peşinde olan şeylerin kendi etraflarında dönmele­ rine hiçbir şeyin engel olmadığı düz bir mutlak. Hayat sayıklama içinde yaratılır ve sıkıntı içinde dağılır. (Belirgin bir dertten mustarip olan kişinin şikftyet etmeye hakkı yoktur: Onun bir meşgalesi vardır. Ağır hastalar hiç sıkılmazlar: Has­ talık içlerini doldurur, tıpkı büyük suçluları vicdan azabının besleıne­ si gibi. Zira her yoğun acı doluluk benzeri bir durum yaratır ve bilin­ ce, içinden çıkamayacağı korkunç bir gerçeklik sunar; oysa sıkıntı de­ nen o zaman matemindeki madde'siz acı, bilincin karşısına, onu ka­ zançlı bir girişime zorlayan hiçbir şey çıkannaz. Yeri belirlenemeyen ve hiç sarih olmayan, iz bırakmadan vücudun üstüne çöken, ruha işa­ ret venneden sızan bir dert nasıl iyileştirilir? Bu dert, atlattığımız, fa­ kat imkıinlarımızı, dikkat rezervlerimizi kurutan; bizi, boğucu sıkıntı­ larımızın yok olması ve ıstıraplarımızın uçup gitmesinin ardından ge­ len boşluğu doldurmaktan aciz bırakan bir hastalığa benzer. Zaman içindeki bu yurtsuzlaşnıanın yanında, bakışlarınıız altında çürüyen evren manzarasının dışında hiçbir şeyin göze batmadığı o boş ve bit­ kin çöküntü halinin yanında, cehennem bile bir sığınaktır. Artık hatırlamadığımız ve etkileriyle ömrümüze tecavüz eden bir hastalığa karşı hangi tedavi yolunu kullanmalı? Varoluşa nasıl bir ça­ re bulmalı, o sonu olmayan iyileşmeyi nasıl nihayetine erdinneli? Ve doğumun etkisini üzerimizden nasıl atmalı? Sıkıntı, o devasıznekahet...)
  • 19. ÇÜRÜMENiN KlTAB! " l-IARİKULADE YARARSIZLIK Yunan kuşkucuları ve gerileme dönemindeki Roma imparatorları dı­ şında tüm zihinler belediyeci bir yönelimin hizmetine girmiş görün­ mektedirler. Sadece onlar -birinciler şüphe, diğerleri ise cinnet yoluy­ la- o tatsız yararlılık saplantısından azade olmuşlardır. Filozof ya da eski fatihlerin külyutmaz dölleri olmalarına bağlı olarak, keyfiliği bir icraat ya da bir başdönmesi mertebesine yükselttikleri içindir ki hiçbir şeye bağlı değillerdi: Bu yönleriyle azizleri çağnştınrlar. Fakat aziz­ ler asla çöküntüye uğramamalıyken -azizlerin yazgısı kendi yaptıkla­ rına bağlıydı, kaprislerinin hem efendisi hem kurbanıydılar-onlar ha­ kiki yalruzlardı, çünkü yalnızlıkları kısırdı. Hiç kimse bunu örnek al­ madı, onlar da bunu hiç önermiyorlardı; "hemcins!eri"yle de sadece istihza ve terör yoluyla iletişim kuruyorlardı.. Bir felsefenin ya da bir imparatorluğun yıkılmasında etken olmak: Bundan daha hazin ve daha görkemli bir kibir tahayyül edilebilir mi? Bir yanda hakikati, öte yanda da azameti öldürmek, zihni ve siteyi ya­ şatan düşkünlüklerdir. Düşünür ve yurttaş gururunun dayandığı yanıl­ gıların mimarisini kökünden biçmek; tasarlama ve isteme sevincinin dayanaklarını bozulacak derecede yumuşatmak; kinaye ve azabın in­ celikleriyle geleneksel ı>oyutlamaları ve saygıdeğer ananeleri gözden düşürmek - ne kadar nazik, ne kadar vahşi bir kaynaşma! Tanrıların gözlerimizin önünde ölmedikleri yerde hiçbir çekicilik yoktur. Roma' da, tanrıların yerine yenilerinin konulduğu ya da ithal edildiği, tanrıla­ rın kuruyup gitmesinin izlenebildiği o yerde, hayaletleri zikretmek ne büyük bir zevkti; ama yine de o yüce değişkenliğin, sert ve murdar herhangi bir tanrının saldırısı önünde dize gelmesi korkusu vardı... Nitekim korkulan da gelmiştir başa. Bir ilfilıı yıkmak zahmetsiz bir iş değildir: Onu yükseltmek ve ona tapmak için gereken kadar zaman 13.zımdır bu iş için. Zira onun maddi simgesini yok etmek k.ifı gelmez, basit bir şeydir bu; iliihın ruhtaki kökleri yok edilmelidir. Geçmişin tasfiye olduğu batış devirlerine - gözleri yalnızca boşlukla kamaşabilen insanların önünde- bakışlarını çeviren kişinin, bir uygarlığın ölümü denilen o büyük sanat karşısında acıma duymaması elde midir? Olmayacak, hazin ve barbar bir ülkeden, Yunan yanıltmacalanyla güzelleşmiş bir Roma'nın can çekişmesi içinde belirsiz bir perişanlığı dolaştırmak için gelen o kölelerden biri gibi düşlüyorum kendimi...
  • 20. ıo ÇÜRÜMENiN KİTABI Öyle olsaydım, büstlerin münhal gözlerinde, gevşek biitıl inançlar ta­ rafından küçültülmüş ilühlarda, atalarımı, boyunduruklarımı ve piş­ manlıklanmı unutmayı başanrdım. Eski simgelerin melankolisine gi­ rerek azat olurdum; terk edilmiş tannların itibarını benimser; onlan kurnaz haçlara karşı, uşaklarla şehitlerin istilasına karşı korurdum; ve gecelerim, Sezarlar'ın cinnet ve sefahatinde huzur arardı. Külyutmaz­ lıkta uzmanlaşmış bir halde -kibar fahişelerin yanında, kuşkucu ran­ devuevlerinde ya da çok gösterişli zulümler sergilenen sirklerde- ko­ kuşmuş bir bilgeliğin bütün oklanyla yeni coşkulan kalbura çevirir; mantığı, hiç düşlemediği boyutlara kadar, ölmekte olan dünyaların boyutlanna kadar genişletmek için akıl yürütmelerimi zaaf ve kanla doldururdum. DÜŞMÜŞLüGüN TAHL İLİ Her birimiz, yalnızlığa karşı işlenen günah, yani insanlarla alışveriş tarafından yozlaştırılmaya yazgılı bir saflık dozuyla doğarız. Zira her birimiz, kendimize hasredilmiş olmamak için elinıizden geleni yapa­ rız. Bu durum, mukadderatı değil düşmüşlük eğiliminiandırır. Elleri­ mizi temiz ve kalplerimizi bozulmamış bir halde muhafaza etmekten iicizizdir; yabancıların terleriyle temas ederek kendimizi kirletiriz; tiksintiye aç ve vebaya hayran bir halde, toplu çirkefin içine gırtlağı­ mıza kadar gömülürüz. Kutsal suyla dolu ummanlan düşlediğimizde de, artık oraya dalmak için çok geç kalmışızdır; iliğimize kemiğimize kadar kokuşmuş olmamız, o ummana dalıp boğulmamızı engeller: Dünya yalnızlığımızı bozmuştur; ötekilerin üzerimizde bıraktığı izler silinmez bir hale gelir. Mahlfiklar arasında, sadece insan sürekli bir tiksinti uyandırabilir. Bir hayvanın yarattığı iğrenme geçicidir, düşüncemizde hiç olgunlaş­ maz; oysa hemcinslerimiz düşünüşümüze musallat olurlar, dünyadan kopuklukmekanizmamıza sızarak itiraz ve katılmamasistemimizi te­ yit ederler. Sadece incelik derecesiyle bir uygarlığın düzeyine işaret eden her sohbet sonrasında, Sahra'yı aramamak ve bitkilere ya da zo­ olojinin bitmek bilmeyen monologlanna gıpta etmemek neden im­ kdnsızdır? Hiçlik karşısında her kelimeyle bir zafer kazansak bile, onun zor­ balığına daha da fazla maruz kalmamıza yol açar bu. Etrafımıza saçtı-
  • 21. ÇüRÜMENIN KlTABJ 21 ğımız kelimeler oranında ölürüz... Konuşanlann sım yoktur. Ve hepi­ miz konuşuruz. Kendimize ihanet eder, kalbimizi teşhir ederiz; her bi­ rimiz dile gelmezliğin celladıyızdır; her birimiz sırlan, en başta da kendi sırlanmızı yok etmek için yııtınınz. Ötekilerle görüşmemiz de, kendimizi boşluğa doğru bir yanş içinde hep birlikte alçaltmak için­ dir; ister fikir teatisi olsun, ister itiraflar ya da entrikalar... Merak, sa­ dece cennetten dünyaya düşüşe değil, her günkü sayısız düşüşe yol açmıştır. Hayat, bu düşme sabırsızlığından; ruhun b§.kir yalnızlıklan­ ru, Cennet'in en eski ve en gündelik inkı1rı olan diyalog yoluyla peş­ keş çekmekten ibarettir. İnsan, aktarılamayan Kelı1m'ın sonsuz vecdi içinde yalnızca kendini dinlemeliydi; kendi sessizlikleri için kelime­ ler ve sadece kendine ait pişmanlıklar için işitilebilen akortlar uydur­ malıydı. Ama evrenin gevezesidir o, ötekiler adına konuşur, benliği çoğul biçimi sever. Ötekiler adına konuşan kişi ise daima bir sahte­ kfu-dır. Siyasetçiler, refonncular ve kolektif bir bahaneden yana çıkan herkes üçkiiğıtçıdır. Sadece sanatçının yalanı bütünsel değildir, zira o ancak kendini icat eder. Kendini iletişimsizliğe bırakmanın, tesellisiz ve sessiz heyecanlarımızın ortasındaki gerilimin dışında, hayat, koor­ dinatlan belli olmayan bir alan üzerinde kopanları patırtıdır; evren ise, sara hastalığına tutulmuş bir geometri... (Gizli öznedeki zımnl çoğul ile "biz"deki açık çoğul, sahte varoluş için rahat bir sığınak oluşturur. "Ben" demenin sorumluluğunu sadece şair üstlenir; sadece o, kendi adına konuşur; sadece onun buna hakkı vardır. Şiir, içine kehanet ya da doktrin sızdırdığı zaman soysuzlaşır: "Misyon" ezgiyi soluksuz bırakır, fikir uçuşa köstek olur. Shelley'nin "cömert" tarafı eserlerinin büyük bir bölümünü hükümsüzleştirir: İyi ki Shakespeare asla bir şeye "hizmet" etmemiştir. Aslına uygun olmamanın zaferi felsefi faaliyette, kendini gizli öz­ neyle hoş tutan o faaliyette vuku bulur; bir de kahinlik (dinl, ahliiki ya da siyasi) faaliyetinde, "biz"in ululaşmasında... Tanını/ama. soyut zihnin yalanıdır; mülhemformül ise militan zihnin yalanı: Bir tapına­ ğın kökeninde daima bir tanım bulunur; müminleri içinden sıynlın­ maz bir şekilde bir fonnill toplar oraya. Bütün öğretiler böyle başlar. O zaman şiire doğru dönmemek elde mi? Onun da, tıpkı hayat gi­ bi, hiçbir şey kanıtlamama mazereti var.)
  • 22. 22 ÇÜRÜMENiN KlTAB! ÖLÜME K A R Ş I ORTAKLIK Kendi hayatımız zar zor kavranılabilir görünürken, ötekilerin hayatı nasıl tahayyül edilebilir? Bir varlıkla karşılaşılır; bu varlığın nüfuz edilemez ve haklı gösterilemez bir dünyaya, gerçekliğin üzerine ma­ razi bir yapı gibi yerleşen bir kanaat ve arzular yığınına dalmış oldu­ ğu görülür. Kendine bir yanlışlıklar sistemi uydurmuş olduğundan, hükümsüzlükleriyle zihni ürküten sebeplerden dolayı acı çekiyordur ve gülünçlüğü göze batan değerlere vermiştir kendini. Girişimleri fa­ sa fisodan başka bir şey gibi görünebilir mi? Tasa!anndaki hummalı simetri de bir boş söz mimarisinden daha mı iyi temellendirilmiştir? Dışarıdan bakana, her hayatın mutlağı bir başkasıyla değiştirilebilir, her alınyazısı da -özünde yerinden oynatılamaz olnıasına rağmen­ keyfi görünür. Kanaatlerimiz bize havai bir cinnetin meyvalan gibi göründüğü zaman, ötekilerin kendilerine ve her günün ütopyası için­ de çoğalmalarına duydukları tutku nasıl hoşgörülebilir ki? Falanca, tercih ettiği özel bir dünyanın içine, filanca da bir başkasının içine hangi gereklilikten ötürü kapanır? Bir dostun ya da tanımadığımız birinin bize sırlarını açmasına ma­ ruz kaldığımız zaman, bu sırların ifşası bizi hayretlere garkeder. Bu ıstıraplan bir facia mı, yoksa bir şaka mı addetmeliyiz? Bu, tamamıy­ la yorgunluğumuzun teveccüh göstermesine veya çileden çıkmasına bağlıdır. Her alınyazısı, birkaç kan lekesi etrafında kıpırdaşan bir na­ karattan başka bir şey olmadığından, bu insanın acılarının tanziminde yersiz ve oyalayıcı bir düzen ya da bir merhamet bahanesi görmek 8.sabımıza kalmıştır. Varlıkların zikrettikleri sebepleri benimsemek güç olduğundan, her birinden her aynlışımızda, akla gelen soru değişmez şekilde aynı­ dır: Nasıl oluyor da kendini öldürmüyor? Zira ötekilerin intiharını ta­ hayyül etmekten daha tabii bir şey yoktur. İnsanı altüst eden ve kolay­ lıkla yenilenebilen bir sezgiyle kendi yararsız!ığımızın farkına var­ dıktan sonra, herhangi birinin de böyle yapmamış olması anlaşılmaz gelir. Kendini ortadan kaldırmak öyle açık ve öyle basit bir iş gibi gö­ rünür ki! Niçin o kadar nadir bir şeydir bu? Niçin herkes bundan ka­ çar? Çünkü, her ne kadar akıl yaşama iştahını yok saysa da, fiiliyatın sürmesine neden olan hiçlik bütün mutlaklardan üstün bir kuvvette­ dir; ölümlülerin ölüme karşı sessiz ortaklıklarını izah eder; yalnızca varoluşun simgesi değil, varoluşun ta kendisidir bu hiçlik; her şeydir.
  • 23. ÇÜRÜMENiN KiTABi 23 Ve bu hiçlik, bu bütün, hayata bir anlam veremez, ama hiç değilse ha­ yatı, olduğu hal içinde silrdürür: Bir intihar etmenıehali. SIFATIN ÜSTÜ N LüGü Nihai meseleler karşısında ancak kısıtlı sayıda tavır olabileceği için, zihin, yayılması esnasında, öz denilen o tabii sınırla, esaslı zorlukları sonsuza dek çoğalunanın imk!nsızlığıyla karşılaşır: Tarih, çok sayıda sorunun ve çözümün yalnızca çehrelerini değiştinnekle uğraşır. Zih­ nin icat ettikleri, bir dizi yeni nitelemeden ibarettir; unsurları yeniden adlandırır yada yegane ve değişmez bir acı için daha az aşınmış sıfat­ lar arar. Her zaman ıstırap çekilmiştir; ama ıstırap, o andaki felsefenin ayakta tuttuğu bütünsel görüşler uyarınca ya "yüce", ya "doğru", ya da "saçma" olmuştur. Mutsuzluk, soluk alan her şeyin dokusunu oluş­ turur; ama çeşitleri evrim geçinniştir; her varlığı, böylesine ıstırap çe­ ken ilk insan olduğuna inanmaya iten alt edilmez görünümlerin birbi­ rini izlemesini sağlayan odur. Tek olmaktan duyduğu gurur, insanı, kendi derdine aşık olmaya ve tahammül etmeye teşvik eder. Bir ıstı­ rap dünyasında, ıstırapların her biri, diğerleri nazarında tekbencidir. Mutsuzluktaki özgünlük, onu kelime ve hisler bütünü içinde tecrit eden sözel niteliğe bağlıdır... Niteleyiciler değişir: Bu değişikliğe de zihnin ilerlemesi adı veri­ lir. Bütün bu niteleyicileri ortadan kaldırın: Uygarlıktan geriye ne ka­ lırdı? Zeka ile sersemlik arasındaki fark, çeşitlendirilmediği zaman bayağılığa yol açan sıfat kullanımında ortaya çıkar. Bizzat Tanrı, sa­ dece kendine eklenen sıfatlarla yaşar; ilfilıiyatın varoluş nedeni budur. Böylelikle insan, mutsuzluğunun yeknesaklığını daima farklı biçinı­ lerde niteleyerek, ancak tutkulu bir yeni sıfat arayışıyla zihnin önünde haklı çıkanr kendini. (Oysa bu arayış acınacak bir şeydir. Zihnin sefaleti olan ifade sefa­ leti, kelimelerin yoksulluğunda, tükenmeleri ve değersizleşmelerinde gösterir kendini: Şeylere ve hislere yüklediğimiz öznitelikler, sonun­ da sözel leşler gibi yatarlar önümüzde. Biz de onlara, sadece kapalı yer kokusu saldıklan zamanı pişmanlıkla arayan bir bakış yöneltiriz. Her titizlik, kelimeleri havalandırma, solgunluklannı çevik bir ince­ likle telafi etme ihtiyacından doğar; fakat ruhun ve keliimın birbirine
  • 24. 24 ÇÜRÜMEN1N KiTABi karışuklan ve çürüdükleri bir bezginlik içinde son bulur. (Bir edebi­ yatın ve bir uygarlığın ideal olarak son aşaması: Neron ruhlu bir Valery düşünelim...) Taze duyulanmız ve saf yüreğimiz, kendilerini bir niteleme evre­ ninde buldukça ve bundan büyük zevk aldıkça, sıfatın tesadüfleriyle zenginleşirler; sıfat bir kez teşrih edildiğinde ise uygun olmadığı ve kifayetsiz kaldığı ortaya çıkar. Mekiinın, zamanın ve ıstırabın sonsuz olduklarını söyleriz; ama sonsuz'un menzili şu kelimelerden fazla de­ ğildir: güzel, yüce, uyumlu, çirkin... Kişi kendisini kelimelerin teme­ lini görmeye mecbur kılmak mı istemektedir? Orada hiçbir şey görül­ mez; yayılmacı ve bereketli ruhtan kopuk olduğu için, her kelime boş ve geçersizdir. Zekanın gücü onların üzerine bir ışık tutmaya, onları parlatmaya ve göz alıcı hale getirmeye çalışır; bu güç sistem mertebe­ sine yükseltildiğinde kültür adını alır- arkaplanında yokluk bulunan bir havaifişek gösterisi.) KAYGILARI NDAN KURTULMUŞ ŞEYTAN Niçin Tanrı o kadar soluk, o kadar dermansız ve o kadar vasat bir çe­ kiciliktedir? Niçin ilginçlik, tutarlılık ve güncellikten yoksundur ve bize o kadar az benzer? Bundan daha az insanbiçimli ve bundan daha ucuz bir biçimde uzak bir imge var mıdır? Bu kadar soluk parıltıları ve bu kadar sallantılı kuvvetleri nasıl yansıtabilmişizdir O'na? Enerji­ lerimiz nereye akıp gitmiştir? Arzularımız nereye boşalmıştır? Hayat veren küstahlık fazlamızı kim alıp götürmüştür peki? Şeytan'a doğru mu döneceğiz? Fakat ona dua etmeyi becerernez­ dik: Ona tapmak, içedönük bir biçimde dua etmek, kendimize dua et­ mek olurdu. Apaçık gerçekliğe dua edilmez: Kesin, tapınma nesnesi değildir. Tüm özniteliklerimiz.i kendi benzerimize yüklemişizdir ve görkeme benzer bir süs vennek için onu karalarla örtrnüşüzdür: Yas giysilerine bürünmüş hayatlarımız ve meziyetlerirnizdir o. Önde ge­ len niteliklerimiz olan kötülük ve sebatla donatarak benzerimizi müm­ kün olduğu kadar canlı kılmaya uğraşırken tükenmişizdir; onun sure­ line şekil verirken, onu çevik, oynak, zeki, müstehzi, özellikle de sinsi kılmaya çabalarken güçlerimiz helak olmuştur. Tann'ya şekil vermek için elimizin altında bulunan enerji stoklan bir hiç haline gelmiştir. O zaman, muhayyileden ve içimizde kalan azıcık kandan medet urumu-
  • 25. ÇÜRÜMENiN KiTABI 25 şuzdur: Tann, kansızlığımızın üıiinü olabilirdi ancak: Sallantılı ve çarpık bir suret. O yumuşak, iyi, yüce ve doğrudur. Ama aşkınlığa hapsedilnıiş bu gülsuyu kokulu kanşımda kendini bulan var mıdır ki? İkiyüzlü olmayan bir varlık, derinlik ve gizem noksanlığı çeker; hiç­ bir şey gizlememektedir. Yalnızca murdarlık gerçeklik işaretidir. Azizlerin ilginçliklerini t..1.mamen yitinnemiş olmaları da, yücelikleri­ ne romanın kanşmasından ve ebediyetlerinin biyografiye elverişli ol­ masındandır; yaşaınları, bizi zaman zaman büyüleyebilen bir tarz için dünyayı terkettiklerini gösterir... Hayatla dolup !aştığı için, Şeytan'ın hiçbir sun<ı.ğı yoktur: İnsan kendini Şeytan'da çok fazlabulduğu için O'natapamaz; ondan bilerek nefreteder;kendindenyüzçevirir veTann'nın yoksul vasıflannı ayak­ ta tutar. Ama Şeytan bundan şikayetçi değildir ve bir din kurmaya hiç heveslenmez: Zayıflatılmamasını ve unutulntamasını temin etmek için burada değil miyiz biz? ÇEVREDE GEZİ NTİ Varlıklan bir çıkar ve ümit cemiyetine hapseden çemberin içinde, se­ rap düşmanı ruh kendine merkezden çevreye doğru bir yol açar. İn­ sanların uğultusunu yakından işitmeye anık tahammül edememekte­ dir; onları birbirine bağlayan 18.netli simetriye mümkün olduğu kadar uzaktan bakmak istemektedir. Hertarafta şehitler görür: Kimileri gö­ rünür ihtiyaçlar adına, kimileriyse denetlenemeyen gereklilikler adına kendilerini feda ediyorlardır; hepsi de adlarını bir kesinliğin altına gömmeye hazırdırlar; bunu hepsi başaramadığından da, çoğu. düşle­ dikleri kan fazlasının kefaretini bayağılıklarıyla öderler... Hayadan, istifade edemedikleri uçsuz bucaksız bir ölme özgürlüğünden ibaret­ tir: Tarihin ifadesiz kurban töreni, toplu mezar, onları yutar. Fakat at�li bir ayrılık taraftan olan kişi, güruhların musallat ol­ madığı yollar arayarak en kenara doğru çekilir veçemberin kenarçiz­ gisi üzerinde. vücuda til.bi olduğu sürece aşamayacağı o çizgi üzerin­ de ilerler; bununla birlikte Bilinç, varlıksız ve nesnesiz bir sıkıntının içinde tamamen safolarak daha uzaklarda süzülür. Artık acı çekmi� yordur, kişiyi ölmeye davet eden bahanelerin üzerindedir ve kendini taşıyan insan'ı unutur. Birhalisünasyon içinde algılanan bir yıldızdan daha gerçekdışı bir halde, bir yıldıZJn fırdöndüsüne benzerbir durum
  • 26. 26 ÇÜRÜMENiN KlTABI önerir - ruh ise, bayatın çevresinde, daima sadece kendisiyle ve Boş­ luğun çağnsına cevap vermedeki güçsüzlüğüyle karşı karşıya kalarak gezinmektedir. HAYATIN P AZARLARI Pazar öğleden sonraları ayları::a uzasaydı, ter dökmekten kurtulmuş, ilk !§netin ağırlığından sıyrılıp hafiflemiş olan insanlık nereye varır­ dı? Yaşanmaya değer bir tecrübe olurdu bu. Tek eğlencenin cinayet olacağı; sefahatın yürek temizliği, naranın melodi, sırıtmanın şefkat halinde görilneceği hayli muhtemel. Zamanın sınırsızlığı duygusu, her saniyeyi dayanılmaz bir azaba, darağacına çevirirdi. Şiirle dolu yüreklere şevksiz bir yamyamlık, bir sırtlan hüznü yerleşirdi; kasap ve cellatlar bitkin düşüp tükenir, kiliseler ve genelevler iç çekişlerle dolardı. Bir Pawr öğleden sonrasına dönüşmüş evren... sıkıntının tasviridir bu -evrenin de sonu... Tarih'in üzerinde sallanan lilneti kal­ dırın: O andakendini iptal eder, tlpkı mutlakbir tatil içinde varoluşun kendi kurgusunu sergilemesi gibi... Gayret, hiçliğin içinde mitosları inşa eder ve sağlamlaştırır; bu temel sarhoşluk, "gerçekliğe" dair inancı kışkırtır ve ayakta tutar; oysa salt varoluşu sey·re dalma, hare­ ket ve nesnelerden bağımsız seyredalma, ancak olmayan'ı özümler... Uğraşsızlar uğraşlılardan daha çok şeyi kavrarlar ve daha derin­ dirler: Ufuklarına sınır çeken hiçbir meşgale yoktur; sonsuz birPazar günü doğmuş olan onlar, seyrederler- ve kendilerini seyrederken sey­ rederler. Tembellik, fizyolojik bir kuşkuculuktur, tenin şüphesidir. Aylaklığa batmış bir dünyada bir tek uğraşsızlar katil olmazlardı. Fa­ kat insanlığın birparçası değildirler ve ter dökmeyi bilmediklerinden ötürü Hayat'ın ve Günah'ın sonuçlarına katlanmadan yaşarlar. Ne iyi­ lik ne de kötülük yaptıkları için - insanlık sarasının seyircileri olan onlar- bilinci boğan çabalara, zamanın haftalarına burun kıvırırlar. Bazı öğleden sonraların sınırsız ölçüde uzamasından niye ürksünler ki? Kabalık ölçüsünde basit ve besbelli şeyleri savunmuş olmanın pişmanlığını duyarlar yalnızca. Bu dunımda, hakikat içinde umarsız­ ca saplanıp kalmak anlan, ötekileri taklit etmeye ve küçültücü bir bi­ çimde meşgalelerin çekiciliğine kapılarak gönül eğlendirmeye sürük­ leyebilir. Cennetin mucizevi kalıntısı olan tembelliği bekleyen tehli­ "kebudur.
  • 27. ÇÜRÜMENiN KiTABI 27 (Aşkın tek işlevi, bizi bir haftalığına -ve sonsuza dek- yaralayan ölçüsüz ve acımasız Pazaröğleden sonralanna dayanmamıza yardım etmesidir. Atadan kalma kasılmalann sürükleyiciliği olmasa. binlerce göz gerekirdi bize, saklı gözyaşlarımız için; ya da yenecek tırnaklar, kilo­ metrelerce tırnak... Artık akmayan bu zaman başka türlü nasıl öldürü­ lür? Bu bitmez tükenmez Pazarlar'da var olma acısı kendini tümüyle gösterir. Bazen bir şey içinde kendimizi unutmayı başarırız; anıa dün­ ya içinde kendimizi nasıl unutabiliriz? Bu olanaksızlık o acının tanı­ mıdır. Bu acının yakaladığı kimse hiçbir zaman iyileşmeyecektir, ev­ ren tamamıyla değişse bile. Değişmesi gereken yüreğidir, oysa yürek değişmez; onun gözünde, varolma'nın da tek bir anlamı vardır: Acısı­ na gömülmek - gündelik bir nirvanaya varma talimi onu gerçeksizli­ ğin algısınayilceltene dek...) İST İFA Bir hastanenin bekleme salonundaydım: Yaşlı bir kadın bana dertleri­ ni anlatıyordu... İnsanların tartıştıkları şeyler, tarihteki kasırgalar - onun gözünde bir hiçtiler: Zaman ve mekan içinde bir tek onun derdi hüküm sürüyordu. "Yemek yiyemiyorum, uyku uyuyamıyorum, kor­ kuyorum, mutlaka cerahat var," diye sıralıyordu, dünyanın kaderi bu­ na bağlıymış gibi çenesini sıvazlayarak... Tiridi çıkmış, çenesi düşük bir kadının kendine dikkat edişindeki bu aşırılık, önce beni dehşetle tiksinti arasında kararsız bıraktı; sonra, sua bana gelmeden hastane­ den çıktım gittim, ağnlanma ilelebet sırtçevirnıeye karar vermiştim... "Herbirdakikamın elli dokuz saniyesi," diyesöylendim sokaklar­ da, "acıya ya da... acı fikrine vakfedilmiş. Keşke bir taş olabilseydim! 'Yürek': Bütün azapların kökeni... Nesneye imreniyorum... maddenin ve donukluğun ltitfuna... Küçük bir sineğin gelgiti bana kıyamet bir iş gibi görünüyor. Kendinden çıkmak günah işlenıektir. Rüzgar, hava­ nın çılgınlığı! Müzik, sessizliğin çılgınlığı! Bu dünya hayatın önünde pes ederek hiçliğe karşı kusur işlemiştir... Hareketten ve rüyalarım­ dan istifa ediyorum. N1i.mevcudiyet! Tek zaferim sen olacaksın... 'Ar­ zu', sözl-Uklerden veruhlardan hepten silinsin! Yarınların başdöndürü­ cü şakası önilnde geriliyorum. Ve bazı ümitlerimi h§.111. muhafaza et­ sem dahi, ümitetme melekemi heptenkaybettim."
  • 28. 28 ÇüRÜMEN!N KİTABI DOLA YLJ HAYVAN Kökten bir saplantıyla, ara vermeden, insanın var olduğu, ne ise o ol­ duğu -ve başka türlü olanıayacağı- düşünüldüğü zaman hakiki bir bozguna uğranılır. Fakat ne olduğunu ilan eden. yine de kendini ka­ bul ettiremeyen bin tane tanım vardır: Ne kadar keyfi iseler, bir o ka­ dar da mutebergörünürler. En uçuk saçmalık da, en ağır bayağılık da benzer şekilde uygun düşer insana. İnsanın sınırsız sayıdaki öznite­ likleri, tasarlayabileceğimiz en belirsiz varlığı oluştururlar. Hayvan­ lar hedeflerine doğrudan giderken, o, dolambaçlarda kaybeder kendi­ ni; tam anlamıyla dolaylı hayvan odur. Gayri muhtemel refleksleri - ki bilinç bunların gevşemesinden doğar- onu, nekahet halindeyken hastalığa imrenen biri yapar. Onda hiçbir şey sağlıklı değildir, sağlık­ lı olmuş olmanın dışında... İster kanatlarını yitirmiş melek, isterkılla­ rını yitirmiş maymun olsun, mahlı1katın anonimliğinden yalnızca sağlığındaki çöküntüler sayesinde çıkmıştır. Kötti oluşmuş kanı, ka­ rarsızlıklann, sorun müsveddelerinin sızmasına izin vermiştir: huy­ suz hayatdoluluğu ise soru işaretlerinin ve hayret nidalannın-sızmaı;ı­ na... Uyuşukluğunu kemirerek, varlıklar şekerleme yaparken uykusu­ nu kaçırarak onu bezdiren virüsü nasıl tanımlamalı? İstirahatini zap­ teden kurt nedir? Onu, eylemlere gecikmeye, isteklerin durmasına zorlayan ilkel bilgi etkeni nedir? Yırtıcılığına bezginliği ilk kim sok­ muştur? Diğer canlıların kaynaşmasından çıkınca, kendine daha ince bir kargaşa yaratmıştır, kendinden koparılmışbirhayatındertlerini ti­ tizlikle istismar etmiştir. Kendisinden sıyrılmak için giriştiği her şey­ den, daha tuhaf bir hastalık teşekkül etmiştir: Onun "uygarlığı", deva­ sız -ve temenni edilmiş- bir duruma çareler bulma çabasından başka bir şey değildir. Sağlığa yaklaşınca ruh solgunlaşır: İnsan ya ma!OJ­ dür -ya da yoktur. Her şeyi düşündükten sonra kendini düşündüğün­ de -zira o noktaya, ancak evreni düşündükten sonra ve kendine sor­ duğu son soruymuş gibi gelir-şaşakalır ve hayrete düşer. Fakat kendi başarısızlığını, sağlık içinde ebediyen başarısızlığa uğrayan tabiata yeğlemeye devam eder. (Adem'den beri insanann bütün çabası, insan'da değişiklik yap­ mak olmuştur. Altedilmezverilerin aleyhine icra edilen reform ve pe­ dagoji maksatlan, düşüncenin tabiatını bozmakta ve hareketini işe yaramaz hale getirmektedir. Bilginin eğitici, iyimser vebulaşıcı içgü-
  • 29. ÇÜRÜMENlN KiTABi 29 düden daha amansız bir düşmanı olamaz; filozoflar da bundan kaça­ mazlardı: Sistemleri bu içgüdünün elinden nasıl kurtulabilirdi ki? De­ vasızlık dışında her şey sahtedir; onu altetmeye çalışan o uygarlık da, kuşandığı doğrular da sahtedir... Eski kuşkucular ve Fransız ahlak.çılan müstesna bırakılırsa, teori­ leri gizlice ya da alenen insana biçim vermeye yönelmeyen tek birdü­ şünce adamı anmak zor olur. Ama insan olduğu gibi sürüp gitmiştir; merakına teklifedilen, ateşliliğine ve aklına sunulan asil ilkelerin ge­ çit törenini izlemiş olmasına rağmen... Tabiatta bütün varlıkların ken­ di yerleri varken, insan, metafizik olarak başıboş dolaşan, Hayat'ın içinde kaybolmuş, Yaratılış içinde tuhafkaçan bir yaratık olmayı sür­ dürmektedir. Tarihe muteber bir hedef bulan hiç kimse çıkmamıştır; ama herkes biröneride bulunmuştur; ve bu o kadarbirbirinden ayrı ve acaip bir hedef bolluğudur ki ereklik fikri geçersizleşmiş ve zihnin ucuzbirmalı gibi yitip gitmiştir. İnsan olgusu denen ofefdketbirirni'ni, herkes kendi üzerinde ya­ şar. Zamanın tek anlamı da bu birimleri çoğaltmaktır; çok az bir mad­ deden, bir adın gururundan ve iptali mümkün olmayan bir yalnızlık­ tan destek alan odikey acılan sınırsız.birşekilde büyütmektir.) T A H A M M Ü L Ü M Ü Z Ü N KİLİT N O K T A S I Merhamet dolu bir muhayyilenin yardımıyla bütün acılan kaydedebi­ len, herhangi bir anın bütün üzüntüleri ve bütün bunaltılanyla hemz.a­ man olabilen kişi, -böyle bir varlığın olabileceğini farzedersek- okişi bir sevgi canavarı ve gönül tarihinin en büyük kurbanı olurdu. Ama böylesi bir imk.B.nsızlığı tasarlamamız faydasızdır. Bizzat kendimizi incelemek, kendi alarmlarımızın arkeolojisini yapmak k§.fıdir. Günle­ rin azabı içinde ilerlememiz, bunların seyriniacılarımızdışında hiçbir şeyin durduramamasındandır; ötekilerin acıları bize, izah edilebilirya da aşılması mümkün görünür: Yeteri kadar irade, cesaret ya da zihin açıklık.lan olmadığı için acı çektiklerine inanırız. Kendimizinki hariç her acı, bize meşru ya da gülünçlük derecesinde anlaşılır götünür; böyleolmasa, duygularımızın değişkenliği içinde tek sabit şey matem olurdu. Fakat yalnızca kendimizin matemini tutarız. Eğer etrafımızda sürünen sonsuz sayıdaki can çekişmeyi, birer gizli ölüm olan bütün hayatları sevip anlayabilseydik, acı çeken varlık sayısında kalp gere-
  • 30. 30 ÇÜRÜMENiN KlTABl kirdi bize. Ve geçmiş üzüntülerimizin tamamını mevcudunda bulun­ duran, mucizevJ bjr şekilde güncel bir hafJzamız olsaydı, böyle bir yükün altında çökerdik. Hayat, ancak muhayyilemizin ve hafizamı?,ın za.yıjlıklarcyla münıkündür. Kuvvetimizi, unuttuklarımızdan ve aynı andaki kaderlerin çoklu­ ğunu tasavvur etme yetersizliğimizden alırız. Evrensel acıyı o lahza­ da anlayan ve hayatta kalabilen kimse olamazdı; her yürek ancak bel­ li miktarda acıya göre yoğurulmuştur çünkü... Tahammülümüzün adetamaddi sınırlan vardır; halbuki, herkederin yayılması bu sınırla­ ra erişir ve bazen onları aşar: Çoğu zaman hüsranımızın kökeni bu­ dur. Her acının, her kederin sonsuz olduğu izlenimi de buradan do­ ğar. Gerçekten de öyledir, ama yalnızca bizim için, yüreğimizin hu­ dutlan için; yüreğimiz geniş bir alanın boyutlarında olsa derıJerimiz dahadabüyükolurdu; çünkü her acı dünyanın yerine geçer ve her ke­ dere başka birevren gerekir. Akıl, beyhude yere bize rastlantısallıkla­ rımıztn sonsuz küçüklükteki boyutlarını göstermeye verir kendini; kozmogonik çoğalma eğilimimiz önünde başarısızlığa uğrar. Bundan dolayı hakikiçılgınlık, asla tesadüflere ya da beynin feliiketlerine de­ ğil, yüreğin uydurduğu yanlış birmekan anlayışına bağlıdır... K U R T U L U Ş YOLUYLA İ P TAL Birselfunet öğretisi, ancak varolma-acı çekme denkleminden yolaçı­ karsak anlamlıdır. Bizi bu denkleme götüren şey iini bir saptama ya da bir dizi akıl yüri.ltme değil, bütün anlarımızın bilinçsiz bir şekilde bizi buna hazırlaması, önemli ya da önemsiz bütün tecri.lbelerimizin katkıda bulunmasıdır. Yeşermesine adeta susadığımız hayal kırıklığı tohumlarını içimizde taşıdığımız zaman, dünyanın her adımda ümit­ lerimizi geçersiz kılması arzusu, kötülüğü tadarak doğrulama imkiin­ larını artırır. Gerekçelersonradan gelir; öğreti kendi kendine kurulur: Artık, "bilgelik"ten başka bir tehlike kalmamıştır. Fakat acıdan azade olmak da, çelişki ve karşıtlıkları alt etmek de istenmiyorsa? Tamam­ lanmamışlığın nüansları ile duygusal diyalektikler, yüce bir çıkmazın yekpareliği'ne tercih ediliyorsa? Selfunet her şeyi bitirir; bizi de biti­ rir. Bir kez seltimete erdikten sonra, kendine hfilii canlı demeye kim cesaret edebilir? Ancak acıdan kurtulmayı reddetmekle ve adeta dini bir dinsizlik eğilimiyle gerçekten yaşanır. Seliimet yalnızca canilere
  • 31. ÇÜRÜMENiN KiTABI " ve azizlere, yaratığı öldürmüş ya da aşmış olanlara musallatolur; öte­ kiler, -ölesiye sarhoş bir halde- mi.lkemmeliyetsizliğe gömülürler... Bütün kurtuluş öğretilerinin kusuru, tamamlanmamışlığın iklimi olan şiiri ortadan kaldınnalandır. Şair, selfunete ermeye özendiğinde kendine ihanet etmiş olur: Selamet, şarkının ölümüdür, sanatın ve ru­ hun yadsınmasıdır... İnsanın kendisini ulaştığı şeyle dayanışma içinde hissetmesi nasıl olabilir? Acılarımızı inceltip. bir bahçeyle ilgilenir gibi ilgılenebiliriz onlarla; fakat kendimizi askıya almadan hangi yol­ la serbestleşebiliriz onlara karşı? Lanetlenme karşısında uysal olan bizler, acı çektiğimiz ölçüde var oluruz - Bir ruh, sadeceüzerine aldı­ ğı tahanımüledilmezşeyler'in miktarıyla büyür ve telefolur. S O Y U T Z E H İ R Bulanık dertlerimiz ve dağınık enJişelerimizbile fizyoloji içinde yoz­ laştıklarından, ters yönde bir yaklaşımla onları zekiinın manevralarına indirgemek önemli bir şeydir. Ya Sıkıntı -dünyanın gereksizce tek­ rarlı algısı, sürenin iç karartıcı dalgalanması-, tümdengelimli bir ağıt mertebesine yükseltilir, ona eşsiz bir kısırlık eğilimi sunulursa? Ru­ hun üstünde bir düzene başvurulmadıkça, bu ruh tenin içinde kaybo­ lur - ve fizyoloji, felsefi sersemleşmemizin son sözü haline gelir. An­ lık zehirleri, zihinsel değişim değerleri bağlamına oturtmak; gözle gö­ rülür bozulmayı bir araç işlevine yükseltmek; ya da bütün duyguların ve ihsasın murdarlığını kurallarla örtmek: Zihin için gerekli olan bir zarafet arayışıdır bu; zihnin yanında ruh-o dokunaklı sırtlan- sadece derin ve tehlikelidir. Zihin kendi başına ancak yüzeysel olabilir; kav­ ramsa olayların işaret ettikleri alanlarda yarattıkları sonuçları değil, yalnızca bu olayların sıralantşını dert edenbirtabiatı olduğu için... Bi­ zim hallerimiz zihni ancak değişik bağlamlara oturtulabildikleri ölçü­ de ilgilendirirler. Böylelikle melankoli bağrımızdan yayılır ve koz­ mik boşluğa kavuşur; fakat zihin, ancak duyuların kırılganlığına bağ­ layan şeyden arındığında benimser onu; yorumlar onu; melankoli in­ celtilir ve bakış açısı haline gelir: Kategorik melankoli. Teori, pusuda bekler ve zehirlerimizi ele geçirir; ve onları daha az zararlı kılar. Bu, yukarıdan aşağıya bir değer kaybıdır; saf başdönmelerine meraklı olan zihin, yoğunluklaradüşman olduğu için...
  • 32. 32 ÇÜRÜMENiN KtTABI MUTS UZLUGUN B İ L İ N C İ Her şey, unsurlar ve fiiJler, seni yaralamada elbirliği ederler. Burun kıvırmanın zırhına mı bürünme!isin? Kendini bir tiksinti kalesinde tecrit mi etmelisin? İnsanüstü kayıtsızlıklar mı düşlemelisin? Zama­ nın yankılan seni son yokluklarının içinde de mağdur edeceklerdir... Kanamanın önüne hiçbir şey geçemediğinde, fikirler bile kırmızıya boyanır, ya da tümörler gibi birbirinin üzerine tırmanır. Eczanelerde varoluşa karşı hiçbir özel ilaç yoktur- yalnızca palavracılar için kü­ çük ilaçlar... Peki berrak, alabildiğine eklemlenmiş, vakur ve kendin­ den emin ümitsizliğin panzehiri nerededir? Bütün varlıklar mutsuz­ dur; ama ne kadarı bunu bilir'! Mutsuzluk bilinci, bircan çekişmearit­ metiğinde ya da Devasızlık sicilindeboy göstermeyecek kadar vahim bir hastalıktır. Cehennemin itibannı düşürür ve zamanın mezbahala­ nnı kır şiirlerine çevirir. Hangi günahı işledin de doğdun? Hangi suçu işledin de varsın? Acın da kaderin gibi sebepsiz. Hakikaten acı çek­ mek. nedenselliği bahane göstem1eden dertlerin istilasını kabul et­ mektir; çılgın tabiatın birlütfu gibi, bir negatifmucize gibi.,. Zaman'ın cümlesinde, insanlar virgüller gibi yer alırlar; sense, onudurdurmakiçin, noktaolarak hareketsizleştin. Ü N L E M S E L DÜŞÜ NCE Sonsuzluk fikri, geometriye belli belirsiz bir öl_günlüğün sızdığı bir günde doğmuş olmalıdır; reflekslerin sessizliğinde, iç karartıcı bir ür­ pertinin idrakı nesnesinden tecrit eniği anda ortaya çıkan ilk bilme eylemi gibi.., Sonunda yalnız, trajik bir şekilde apaçık gerçeklikten üstün bir halde uyanmamız için, ne kadar çok tiksinti ya da hasret bi­ riktirmemiz gerekmiştir! Unutulmuş bir iç çekiş, dolaysızın dışına doğru biradım attırmı�tır bize; sıradan bir yorgunluk bizi bir manza­ radan ya da bir varlıktan uzak.laştınnıştır; dağınık iniltiler, tatlı ya da ürkek masumiyetten ayırmıştır bizi. Bu rastlantısal mesafelerin tutan �günlerimizin ve gecelerimizin bilançosu- bizi dünyadan ayırt eden mesafedir - ruh da bu mesafeyi azaltmaya ve kendi kırılgan ölçüleri­ mize indirgemeye çabalar. Fakat herbezginliğin eseri kendini hisset� tirir: Hıl.lii ayak basacakzemin kalmış mıdır?
  • 33. ÇÜRÜMENiN KlTABl " Başlangıçta şeylerden kaçmak için düşünüıüz; sonra fazla uzağa gittiğimizde, kaçışımızın pişmanlığıyla kendimizi mahvetmek için... Böylelikle kavrarnlanmız gizli iç çekişler gibi birbirine bağlanır; her akıl yüıütme ünlem yerini tutar; yakınma dolu bir ton, mantığın ağır­ başlılığını bastınr. Kasvetli renkler fikirleri soluklaştırır, mezarlık pa­ ragrafların üzerine taşar, buyrukların içinde çürük kokusu vardır, za­ mandışı bir kristalin içindeki son hazan günüdür bu... Ruh, üzerine üzerine gelen miyasmalar karşısında savunmasızdır, çünkü gökyü­ züyle yeryüzü arasındabulunan en çürümüş yerden çıkıp gelir bunlar; şefkatin içinde çılgınlığın yattığı yerden, rüyalann kaynaştığı ütopya­ ların çirkef kuyusundan: Ruhumuzdan. Evrenin yasalarını değiştire­ bilsek yada kaprislerini önceden görebilsek bile, bu ruh, çileleriyle ve kendi yıkımına dair ilkeyle boyun eğdirirdi bize. Mahvolmamış bir ruh mu? Her neredeyse bulunsa da tutanağa geçirilse; bilim, azizlik vekonıedi tarafından zaptolunsa! B E L i RS1ZLiGiN T A N R 1 L AŞTIR I L M A S 1 Halkların özü, bireylerin özüne oranla çok daha büyük bir ölçüde, ta­ biatlanndaki belirsizlik payına göre az-çok kavranabilir. İçinde yaşa­ dıkları apaçık durumlar ise sadece geçici niteliklerini, çevrelerini, gö­ rünümlerini ortayaçıkarır. Bir halkın ifade edebileceklerinin ancak tarihi bir değeri vardır: Oluş içindeki başarısıdır bu; fakat ifade edemediği şey, ebediyet için­ deki mağlubiyeti, kendi kendine karşı duyduğu meyvasız susamışlık­ tır: Kendini ifadeetmeyeçabalarken tükenmesidir. Bu çabası sırasın­ dagüçsüz.düştüğünde, ifadesininyerinibazı. sözcüklerle -söyleneme­ yene lınalarla-doldurur. Zihnin dışında dolaşıp dururken başımız sıkıştığında, kaç defa Sehnsucht'lann, yearning'lerin, saudade'lann� gölgesine girmişizdir, �ırı olgun yürekler için açmış o sesli meyvalann gölgesine!.. Bu söz­ cüklerin üzerindeki perdeyi kaldıralım: Gizledikleri içerik aynı mı­ dır? Tanımlanmamış bir soyun söz aracılığıyla dallanıp budaklanma­ sında aynı anlamın yaşaması ve ölmesi mümkün müdür? Bu kadar farklı halkın, nostaljiyi aynı tarzdahissetmesi düşünülebilir mi? • SırmıyaAlıruınca, ngilizce�ı:: Porte'ıı.iıce'de"fulcm".(ç.n.)
  • 34. 34 ÇÜRÜMENiN KİTABI Uzaktakinin. öz.lenmesi'ne birfonnill bulmak için yırtınan kişi, kö­ tü inşa edilmiş bir mimarinin kurbanı olacaktır. Belirsizliğin o ifade­ lerinin kökenine uzanmak için, onların özüne doğru duygusal bir ge­ rileme gerçekleştirmek, dile gelmeyenin içine garkolmak ve oradan paramparça kavramlarla çıkmak gerekir. Teorik güven ve anlayabilir­ iğin gururu bir kere kaybedildi mi, kişi her şeyi anlamaya, her şeyi kendisi için anlamaya çabalayabilir. O zaman, ifade edilemeyenin içinde sevinebilir, makfillüğün kıyısında günler geçirebilir ve yüceli­ ğin kenar mahallelerinde yan gelip yatabilir. Kısırlığın elinden kur­ tulmak için, aklın eşiğinde serpilmek gerekir... Beklenti içinde, henüz olmayanın içinde yaşamak, gelecek fikri­ nin varsaydığı kışkırtıcı dengesizliği kabul etmektir. Her nostalji, şimdiki zamanın bir biçimde aşılmasıdır. Pişmanlık halindeyken bile dinamik birniteliktaşır: Geçmişi zorlamakistenir; geri dönüşsüz olan şeye itiraz etmek, geriyedoğru hareketetmek istenir. Hayatancak za­ manın ihlfil edilmesiyle bir içeriğe kavuşur. Başka yer saplantısı, anın imkansızolmasıdır; bu imkinsızlıkda nostaljinin ta kendisidir. Fransızlar'ın tanımsızlıktaki mükemmeliyetsizliğiduymayı ve bil­ hassa işlemeyi reddetmiş olmaları, yine de birşeylerifşaeden birvur­ guya sahiptir. Bu dert, Fransa'da kolektifbir biçim altında bulunınaz: Ejkiıfın metafizik vasfı yoktur ve can sıkıntısı tekil bir biçimde gü­ dümlüdür. Fransızlar, Mümkün'le herhangi bir işbirliğine gitmeyi reddederler; dilleri bile, Mümkün'ün tehlikeleriyle girilebilecek olan her türlü suç ortaklığını safdışı bırakır. Dünyada kendinionlardan da­ ha rahat hisseden, kendi evi onlardan daha anlamlı ve daha ağırlıklı olan, mündemiçliğin çekiciliğine kendini daha çok kaptıran başka bir halk var mıdır? Temelli olarak başkabirşeyarzuetmek için, zamandan ve mekfin­ dan sıyrılmak, yer ve an ile asgari bir yakınlık yaşamak gerekir... Fransa tarihinin o kadaraz kesinti arzetmesinin nedeni, mükemmeli­ yete doğru yönelişimizi teşvik eden ve trajik bir bakış açısının gerek­ tirdiği tamamlanmamışlık ihtiyacını hayal kırık.lığına uğratan o özüne sadakattir. Fransa'da bulaşıcı olan tek şey zihin açıklığıdır; aldanmak­ tan, ne olursa olsun bir şeye kurban olmaktan nefretetmedir. BirFran­ sız'ın macerayı ancak bilincinin tümüyle kabul etmesi bundandır; al­ danmak ister;gözlerini bağlar; bilinçsiz kahramanlık ona haklı olarak bir zevksizlik, zarafetten uzak birfedakarlıkgibi görünür. Fakat haya­ tın hoyrat muğlaklığı, her an için, iradenin değil, ceset olmadaki, me­ tafizik olarak aldanmadaki/evriliğin ağırbasmasını gerektirir...
  • 35. ÇÜRÜMENiN KİTABI " Fransızlar nostaljiyi aşın açıklıkla doldurmuşlarsa, onun mahrem ve tehlikeli itibarının bir kısmını elinden almışlarsa, Sehnsucht ise ak­ sine, Heimat'la (vatan) Sonsuz arasında çekiştirilen Alman ruhunun çatışmalanndaçözülmezolan şeyi tüketmiştir. Bu ruh nasıl yatışabilirdi? Bir yanda yürek ile toprağın bölünmez­ liği içine dalma istenci; öte yanda, giderilemeyen bir arzuyla daima mek§nı içine alıp eritme istenci. Fakat ufuk sınır arzetmediğinden ve onunlabirlikte yeni avareliklere duyulan eğilim arttığından, ilerlendi­ ği oranda hedef de geriler. Egzotik zevk, yolculuk tutkusu, manzara­ nın yalnızca bir manzara olarak zevkini çıkarma, içsel biçim eksikli­ ği, hem çekici hem itici olan dolambaçlı derinlik buradan kaynakla­ nu. Heimat'la Sonsuzarasındaki gerilimin çözümü yoktur: Aynı anda hem kökleşmiş hem köksüzleşmiş olmaktır bu; yuva ile uzaklık ara­ sında bir orta yol bulamamış olmaktır. Özünde uğursuz bir sabit olan emperyalizm, Selınsucht'un siyası ve kabahk derecesinde somut ter­ cümesi değil midir? Bazı içsel tahminlerin tarihi sonuçlan üzerinde ne kadarısrar edil­ seazdır. Nosta1ji de bunlardan biridir; varoluş yada mutlak içinde din­ lenmemize engel olur; bizi belirsizolanın içindeyüzmeye, dayanakla­ nmızı kaybetmeye, zaman içindesipersizyaşamayamecbureder. Topraktan sökülmüş, süre i.çinde sürgüne gönderilmiş ve doğru­ dan köklerinden koparılnıış olmak. ayrılma ve yanlnıa öncesindeki kökensel kaynaklarla yeniden bütünleşmeyi arzu etmektir. Nostalji, tam da kendini ezeli bir biçimde evinden uzak hissetmektir; Sıkın­ tı'nın ışıklı ölçüleri ve Sonsuz ile Heimat'ın çelişkili ilkesi dışında, bitmiş olana, doğrudanolana, toprağın ve ananın çağnsına geri dönüş biçimine bürünür bu nostalji. Böylelikle zihin ve yürek ütopyalar uy­ durur: Bütün bu ütopyalar arasında en tuhafı da kendi kendimize ver­ diğimiz yorgunluğu attığımız, doğmuş olduğumuz bir evren ütopyası­ dır; bütün yorgunluklanmızın kozmik yastığı olan birevren... Nostaljik özlemde, elle tutulur bir şey değil, zamandan aynşık ve bircennet sezgisine yakın olan soyut bir sıcaklık aranır. Varoluşu ol­ duğu haliyle kabul etmeyen her şey, ilahiyatın alanına girer. Nostalji, Mutlak'ın arzu unsurlanyla inşa edildiği, ölgünlük.le işlenen Sının� Belirsiz'in Tanrı olduğu, duygusal biril1ihiyattırsadece.
  • 36. ÇÜRÜMENtN KlTABl YALNIZLIK - K A L P T E K İ BÖLÜNME Hayatın bir mucize gibi ortaya çıkmadığı, 3.nın tabiatüstü bir titreme içinde inlemediği herdefada, isteristemezmahvolmaya yöneliriz... O doluluk ihsasını, o sayıklama anlarını, o volkanik şimşekleri, Tanrı'yı yoğrulduğumuz balçığın bir rastlantısı seviyesine düşüren o coşku harikalarını nasıl yenilemeli? Yanında müziğin bile içimizdeki orgun kalıntısı gibi yüzeysel göründüğü o parıltıyı hangi kaçamak sayesin­ de tekraryaşamalı? Bizi hareketin başlangıcıyla çakıştıran, zamandaki ilkilnın efendi­ si ve Yaratıhş'ın anlık zanaatkiirlan kılan heyecanlan hatırlamak. eli­ mizde değildir. Yaratılış'ın artık sadece yoksunJuğunu ve sönük ger­ çekliğini algılanz: Vecdi unutmak için yaşarız. Geleneğimizi ve cev­ herimizi tayin eden de mucize değildir; panlalan elinden alınmış, kendi yokluklan içinebatmış vegeviş getirmelerimizin yegfilıe konu­ su olmuş birevrenin boşluğudur: Yalnız bir kalbin önünde, yalnız bir evren; ikisi de birbirinden ayrılmaya, antitez içinde azıtınaya yazgılı­ dır. Yalnızlık, veri'mizden ziyade yegfuıe inanç'ımızı oluşturacak. ka­ dar sivrildiği zaman, her şeyle aramızdaki dayanışma biter: Varoluş­ tan sapınca, tek meziyetleri ölüm dışında bir şeyin gelmesini soluk soluğa beklemek olan canlılar topluluğundan kovuluruz. Fakat bu bekleyişin büyüsünden kurtulduğumuzda, yanılsamanın kiliselerin­ den sürüldüğümüzde, en sapkın miirit topluluğu oluruz, zira bizzat ruhumuz sapmaiçinde doğmuştur. ("Ruh hidayete vardığında, güzelliği o kadar yücelir ve o kadar hariku13.deleşir ki, tabiatta olan her güzel şeyi mukayesesiz aşar ve Tanrı'yla Melekler'in gözlerini kamaştırır" [lgnatius de Loyola]). Herhangi birhidayete konmaya çabaladım; sorulan tasfiye etmek ve cahil bir ışık, zihni küçümseyen herhangi bir ışık içinde yok olmak istedim. Fakat seni hiçbir "güzellik" aydınlatmayınca ve Tanp'yla Melekler körolunca, meselelerin üzerindeyer alan mutlu bir iç çeki­ şe nasıl varılabilir? Vaktiyle, İspanya'nın ve senin ruhunun efendisi Azize Tereza, sa­ na günah eğilimleri ve başdönmeleriyle dolu bir yol çizdiğinde, aş­ kınlık uçurumu semaya bir düşüş gibi hayran ediyordu seni. Anıa o semalar dağıldılar-tıpkı eğilimler ve başdönmeleri gibi- soğuk kal­ binde de Avila'nın coşkulan hepten söndü.
  • 37. ÇOROMl!NtN KiTABI 37 Bazı varlıklar. artık hiı- imana tesadüfedebilecekleri noktaya gel­ mişken, feleğin hangi cilvesiyle kendilerinden başka biryere vanlıı-­ mayan -yani hiçbir yere vardırmayan-- bir yolu takip etmek için geri­ lerler?Acabahidayeteeriştikten sonra. en belirgin meziyetlerini kay­ bedecekleri korkusuylamı?Herinsan derinliklerinin zararına ilerler, her insan kendinden kaçan bir mistiktir: Yeryüzü. vanlamayan hida­ yetlerveayaklaralbna alınmış sırlarladoludur".) ALACAKARANLIK DÜŞÜNÜ R L E R İ Atina ölmek üzereydi; onunla birlikte. bilgiye lapımna da... Büyük sistemler yaşayacaklan kadar yaşamışlardı: Kavramsal alanla sınıı-­ landıklan için. ıstırapların müdahale.sini. kurtuluş aray1Ş1nı veacıüze­ rine dürensizmeditasyonlan reddediyorlardı. Sona ennekteolan site, insanf rastlanbsa.llıklann teoriye dönüştürülmesine iınkfin tanıdığı için, herhangi bir şey -bir aksınkveyaölüm-eski meselelerin yerini alıyoniu. Çare bulmasaplanbsı biruygarlığın sonununbelinisidir: se- liınetarayışı dabirfelsefeninsonunun___ Platon veAristoteles bu kay- gılara sadece denge gerekliliğinden boyuneğmişlerdi, ancak onlardan sonra bu kaygılar her alanda baskın çıktı. Roma batarken, Atina'dan gerilemesinin yankılan ve tükenişinin akislerinden başka bir şey derleyemedi. Yunanlılar'ın şüphelerini bü­ tün İmparatorluk topraklarında dolaştırdık.lan dönemde İmparatorlu­ ğun ve felsefenin geçirdiği sarsıntı, potansiyel olarak tamamına ermiş bir olguydu. Bütün sorular meşru göründüğünden, biçimsel sınırlara 3§trı bağlılık, keyfi meraklann sefahatını artık engellemiyordu. Epi­ kurosçuluk ve Stoacılığın sızması kolaydı: Soyut yapılann yerini ah­ lak alıyor ve soysuzlaşmış akıl, pratiğin aracı haline geliyordu. Roma sokakları, ellerinde farklı "mutluluk" reçeteleriyle dolaşan, devasız bir genel bıkkınlığa şifa bulmak için felsefenin çeperinde ortaya çık­ mış bilgelik uzmanları ve soylu şarlatanlar olan Epikurosçular ve Sto­ acılar'la doluydu. Ama tedavi usfillerinde mitoloji ve tuhaf hikliyeler noksandı. Bu mitoloji ve hikiiyeler, dönemin evrensel miskinliği için­ de çok uzaklardan gelen ve küçükfark.lanönemsemeyen bir dinin ke­ sinliğini oluşturacaklardı. Bilgelik, miadı dolan bir uygarlığın son sö­ zü, tarihin şafaklannın hiilesi, bir dilnya görüşü çehresine bürünmüş yorgunluk, daha zinde başka tannlann -ve barbarlığın- gelişinden
  • 38. " ÇÜRÜMENiN K!TABJ önceki son hoşgörüdür; aynca, sonun her taraftan yükselen hırıltıları içinde beyhude bir melodi denemesidir. Zira Bilge -berrak ölümün teorisyeni, ilgisizlik kahramanı ve felsefenin son safhasının, yozlaş­ masının ve içinin boşalmasının simgesi-kendi ölümü meselesini hal­ letmiştir... ve o andan itibaren bütün meseleleri ortadan kaldınnıştır. Daha nadir gülünçlüklerle donatılmış olduğundan, aşırı devirlerde genel patolojinin müstesna bir teyidi gibi rastgelinen bir sınır�va­ kadır. Kendimizl antik can çekişmenin simetrik noktasında, aynı dertler­ den mustarip ve benzer şekilde içinden sıyrılınmaz büyülerin etkisi altında bulunca, büyük sistemlerin, sınırlı mükemmeliyetleri tarafın­ dan yıkılmış olduklarını düşünürüz. Kendimiz için de her şey, itibarı ve tutarlılığı olmayan bir felsefenin konusu haline gelir... Düşüncenin gayri şahsi kaderi, binlerce ruha, Fikir'in binlerce defa aşağılanması­ na dağılmıştır... Bize artık ne Leibniz ne Kant ne deHegel bir yardım­ da bulunabilir. Kendi ölümümüzle felsefenin kapılarının önüne gel­ mişizdir: Çürüdükleri ve artık savunacak hiçbir şeyleri olmadığı için kendiliklerinden açılırlar... ve herhangi bir şey, felsefe konusu haline gelir. Paragrafların yerini çığlıklar alır: Bunun sonucu, mahremiyeti­ ni tarihin ve zamanın görünü.mlerinde bulabilecek birfundus animae (canlı temel)felsefesidir. Biz de "mutluluğu" ararız; ya düşkünlükle ya da küçümsemeyle: Mutluluğu horgörmek de, bunu hfila unutmamak ve düşünerek red­ detmek demektir. Biz de "selamet"i aranz, bunu hiç istemeyerek de olsa. Ve fazla olgun bir çağın negatif kahramanlanysak, biz.zat bu ol­ gu dolayısıyla, onun çağdaşlarıyızdır: Zamanına ihanet etmek ya da onun ateşli bir taraftan olmak, -görünürdeki karşıtlığın ardında- aynı katılım fiiliniifadeeder. Yüce bitkinlikleri, incetiritlikleri, zamandışı hfilelere özenmeyi -ki bunlann hepsi bilgeliğe yöneltir- kendinde bulmayan var mıdır? Dünya, yeni bir mutlağın ya da yadsımanın şa­ fağında kendinden geçmeden evvel, çevresini kaplayan boşluk içinde her şeyi tasdik etıne hakkını kendinde kim hissetmez ki? Ufukta hep bir tanrı tehdidi görünmektedir. Felsefenin kenarındayız; sonuna rıza gösterdiğimize göre... Düşüncelerimize tanrının yerl�memesine ça­ ba gösterelim; şüphelerimize hala sahip çıkalım; denge görünümleri ve mündemiç kaderin çağrısı, bütün keyfi ve acaip özlemler, bükül­ mez hakikatlerden daha tercih edilir olduğu için... Çareleri değiştir­ memiz, tesirli ve muteber hiçbirçare bulamadığımızdandır; çünkü ne aradığımız yatışmaya, ne de peşinden gittiğimiz hazlara inancımız
  • 39. çOROMENIN KiTABI " vardır. Kaypak bilgeleriz biz; modern Romalar'ın Epikurosçular'ı ve Stoacılar'ıyız... KENDİNİ İMHA ETMENİN KAYNAKLARI Omuzlanmıztn ve düşüncelerimizin üzerinde ağır yüklerle bir hapis­ hanede doğmuşuz; kesip atına imkanı bizi bir sonraki gün yeniden başlamaya teşvik etmese. tek bir günün bile sonunu getiremezdik... Bu dünyanın prangalan ve solunmaz havası her şeyi elimizden alır, kendimizi öldürmeözgürlüğühariç; buÖ2gÜI"lükde. buna1bcı ağırlık­ ların üstesindengelen birkuvvetve gurur verirbize. Kendi hükmünü mutlak olarak elinde bulundurmak ve bunu kul­ lanmamak... bundan dahaesrarengiz biryetenek varmıdır? İntiharın mümkün olduğu tesellisi, soluksuz kaldığımız o mekinı sonsuz bir alana çevirir. Kendimizi yok etme fikri, bunaulaşmayollarının çoklu­ ğu, kolaylığı ve yakınlığı sevindirir ve ürkütür bizi; zira kendimiz hakkında geri dönüşsüz birşekildekararverdiğimiz o hareketten da­ ha basit ve daba korkunç bir şey yoktur. Tek bir anda bütün anlan or­ tadan kaldırırız; bunu Tanrı bile yapamazdı. Fakat palavracı iblisler olduğumuz.elan sonumuzu erteleriz: Özgürlük gösterişinden, kibrimi­ zin oyunundan nasıl vazgeçebilirdik ki?.. Kendini ortadan kaldınnayı hiç tasarlamamış; ipin, kurşunun, ze­ hirin ya da denizin yardımına başvurabileceğini hiç hissetmemiş kişi. aşağılık bir kürek mahkllmudur; ya da evrenin leşi üzerinde sürünen bir solucan... Bu dünya elimizden her şeyi alabilir, bize her şeyi ya­ saklayabilir, ama kendimizi yok etmemizi engellemeye kimsenin gü­ cü yetmez. Bütün aletler buna yardımcı olurlar, bütün uçurumlanmız buna davet ederler bizi; ama bütün içgüdülerimiz de karşı çıkar. Bu karşıtlık ıuhwnuzda çıkışsız bir çatışma geliştirir. Hayat üzerine dü­ şünmeye, onda dipsiz bir boşluk keşfetmeye başladığımızda, içgüdü­ lerimiz kendilerine çoktan rehber süsü venniş ve fiillerimizi yönlen­ dinneye başlamışlardır bile; ilhamınuzın kanatlanmasını ve serbestle­ şerek yumuşamamı21 frenlerler. Eğer doğduğumuz anda, ergenlikten çıkışımızdaki kaclar bilinçli olsaydık, beş yaşında intiharların alışıla­ gelmiş bir olgu, hatta bir saygınlık sorunu olacağı muhtemelden de öte birgerçektir. Ama çok geç uyanınz: Tefekkür ve hayal kınklıkla­ nmızın bizi yönelttiği sonuçlardan ancak şaşkınlığa kapılabilecek olan içgüdülerin mevcudiyetiyle döllenmiş yıllar durur karşımızda.
  • 40. 40 ÇÜRÜMENiN KiTABi Tepki de gösterirler; bununla birlikte, özgürlüğümüzün bilincine var­ mış olan bizler, istifade etmediğimiz için daha da cazipleşen bir ç()zü­ mün efendisiyizdir. Günlere, dahası geceleretahammületmemizi sağ­ lar bu; artık ne yoksuluzdur, ne de husumet tarafından eziliyoruzdur: Üstün kaynaklar varılır elimizde. Bunlardan hiç yararlanmasak ve so­ numuz geleneksel son nefesle gelse bile, vazgeçişlerimizde bir hazi­ neye sahip olmuş oluruz: Her birimizin kendi içinde taşıdığı intihar­ dan daha büyük bir zenginlik varmıdır? Dinlerin kendi elimizle ölmeyi yasaklamalarının nedeni, bunda, tapınakları ve tanrıları aşağılayan bir itaatsizlik örneği görmeleridir. Or!eans Konsili intihan cinayetten daha vahim bir günah gibi değer­ lendiriyordu; çünkü katil her zaman nedamet getirebilir, kendini kur­ tarabilir, oysa kendi hayatına kasteden kişi selametin sınırlarını aş­ mıştır. Fakat kendini öldürme eylemi zaten radikal birselamet formü­ lünden çıkmaz rru yola? Hiçlik de ebediyetle eşdeğer değil midir'? Yalnız varlık, evrenle savaşmak ihtiyacında değildir; o, son ihtarı kendine verir. Sonsuza değin olmak özlemini de duymaz pek; eğer benzersiz bir fiille, mutlak birbiçimde kendisi olduysa... Göğü ve ye­ ri de kendini reddettiği gibi reddeder. Hiç değilse, özgürlüğü sürekli gelecekte arayanların bulamadığı bir özgürlük bütünlüğüne varmış olacaktır... Şimdiye kadar hiçbir kilise, hiçbirbelediye intihara karşı muteber bir gerekçe icat etmemiştir. Hayatı artık kaldıramayan kişiye ne söy­ lenebilir'? Hiç kimse başkasının yüklerini kendi üzerine alacak halde değildir. Dijalektiğin elinde, tartışılmaz ıstıraplann ve teselli bulma­ mış binlerce apaçık olayın saldınsına karşı hangi güç vardır'? İntihar, insanın ayırt edici özelliklerinden, keşiflerinden biridir; hiçbir hay­ van bunuyapamaz ve meleklerbunun ancak farkına varabilir; intihar­ sız insan gerçekliği, daha az meraka değer ve daha renksiz olurdu: Sonuca bağlanan çeşitli yollan ve yeni çözümleri trajediye sokacak olsa bile, tuhafbir iklimin ve kendi estetik değerleri olan birölüm im­ kiinlan dizi.sinin noksanlığı hissedilirdi. Olgunluklannın delili olarak canlanna kıyan antik bilgeler, mo­ demlerin hafızasından çıkmış olan bir intihar öğretisi yaratmışlardı: Dehasız bircan çekişmeye adanmış bizler, ne aşınlıklanmızın yaratı­ cısıyız, ne de vedalarımızın belirleyicisi. Son, artık bizim sonumuz değildir: Sayesinde yavan ve yeteneksiz bir hayatı bağışlatabileceği­ miz yeg§.ne bir girişimin üstünlüğü noksandır, tıpkı yüce bir kinizmin ve eski görkemli can verme sanatının da noksan olması gibi... Ümit-
  • 41. ÇOROMENIN KiTABI " sizliğe talim eden ve kendini kabullenen ceserleriz; kendimize rağ­ men hayatta kalırız ve yalnızca yararsız bir formaliteyi yerine geıir­ mek için ölürüz: Sanki hayaumız, sadece ondan kurtulabileceğimiz atlı ileri atmamıza bağlıymış gibi... TEPKİCİ MELEKLER Melekler içinde en az filozofolanının başkaldırması üzerine bir yargı­ ya vanrken, bunun içine sempati, şaşkınlık ve ayıplama duygularının karışmaması güçtür. Evreni adaletsizlik yönetir. Orada inşaedilen her şey, çözülen her şey, pis bir kırılganlığın izini taşır; sanki madde, yok­ luğun bağrındaki birskandalın meyvasıymış gibi... Her varlık birbaş­ ka varlığın can çekişmesiylebeslenir;anlar, zamanın kansızlığı üzeri­ ne vampir gibi UşUşürler - dünya, gözyaşlarının biriktiği bir yerdir... Bu mezbahada kollanru kavuşturup durmak ya da kılıç çekmek eşit derecede beyhude hareketlerdir. Hiçbir harika zincirinden boşanma hareketi mekB.nı sarsamaz, ruhlan da asilleştiremez... Zaferler ve ye­ nilgiler, adı kaderolan bilinmez biryasayagöre birbirini izlerler; ka­ der, felsefiolarakyoksun kaldığlilllzda. şu dünyadaki ya da herhangi biryerdeki ikametimiz biz.e çözümsüz. maruz kalınacak bir 13.net gibi saçma, ya da hak edilmemiş göründüğünde başvurduğumuz sözcük­ tür... Kader- mağluplar tenninolojisinin gözde sözcüğü... Devasızlı­ ğa bir isim kadrosu bulmaya meraklıyızdır ve isimler icat ederek, fe­ liketlerimizin üzerinde asılı aydınlıklarda bir hafifleme aranz. Keli­ meler metbametlidirler: Narin gerçeklikleri bizi kandırır ve teselli eder... Böylelikle hiçbir şey isteyemeyen "kader". bizim başımıza geleni istemişolur... Tek izah biçimi olarak Akıldışı'na vurgunuzdur; onun, yalnızca aynı tabiattaki negatifunsurlan tartan baht terazimizin kefe­ lerini doldurmasını seyrederiz. Bunun böyle olmasına karar venniş olan, üstelik de bu karann sorumluluğunu taşımayan kuvvetleri kış­ kırtacak gururu nereden bulup çıkamıalı? Adaletsizlik ciğerlerimiz­ deki havaya, düşüncelerimizin mekanına, yıldızların sessizliğine ve hayreıine musallat olduğu zaman. mücadeleyi kime karşı yönelımeli? Nereye saldınnalı?İsyanımız. onu uyandıran dünya kadar kötü tasar­ lanmıştır. Ölüm döşeğindeki Don Kişot misali, çdgınbğın son radde­ sinde, tükenmiş birhaldeyken, yollarla. kavgalarlaveyenilgilerle yüz
  • 42. 42 ÇÜRÜMENiN KiTABi yüze gelme kudretini ve yanılsamasını yitirmiş olduğumuzda, haksız­ lıkları tamir etmeyi nasıl üstümüze vazife edebiliriz? Ve daha zama­ nın başlangıcında, atılımlarıınızın soluğunu tıkayan o iç bulandıncı bilgelikten habersiz olan isyank5.r meleğin tazeliğini nasıl bulmalı? Şu dünyadameleklerin izinden gitmekdaha da aşağı düşmek anlamı­ na gelirken; insanların adaletsizliği Tann'nınkini taklit ederken; her başkaldırı da ruhu sonsuza karşı çıkarır ve paramparçaederken; diğer melekler sürüsünü silikleştirecek belıigati ve kendini beğenmişliği nereden alabiliriz? Kimliği belirsiz melekler�yaşı olmayan kanatlan­ nın altında büzülmüş; ezeli olarak Tann'nın içinde galip ve Tann'nın içindeyenik; uğursuz ilginçliklere karşı duyarsız, yeryüzü matemleri­ ne eşdeğerhayalperestler-onlara taş atmaya ve uykularını bölme id­ diasına kalkışmaya kim cesaret edebilirdi? Düşkünlüğün kibiri olan isyan, soyluluğunu ancak yararsızlığından alır: Istıraplar onu uyandı­ nr ve sonra terk ederler; taşkınlık onu coşturur, hayal kırıklığıysa yadsır... Muteber olnıayan bir evrende başkaldırının bir anlamı ola­ mazdı... (Bu dünyada hiçbir şey kendi yerini bulmuş değildir, başta bizzat dünya olmak üzere... Öyleyse, insan adaletsizliğini seyrederken hiç şa§ırmamak gerekir. Toplumun düzenini reddetmek de kabul etmek de aynı şekildeabestir: Onun iyi veya kötü yöndedeği§İmlerine, ümit­ siz birtutuculukla maruz kalmaya mecburuz; tıpkı doğuma, aşka, ikli­ me ve ölüme maruz kaldığımız gibi. Hayat yasalarının başında çürü­ me gelir: Kendi kalıntılarımıza, cansız nesnelerin kendi kalıntılarına olduklarından daha yakınızdır; onlardan önce pes ederiz ve yok edil­ mez gibi görünen yıldızların bakışları altında kaderimize doğru koşa­ rız. Ama bizzat yıldızlar da, sadece yüreğimizin ciddiye aldığı, sonra da istihza noksanlığının kefaretini büyük acılarla ödediği bir evrenin içinde ufalanırlar... Tann'nın ve insanların adaletsizliğini hiç kimse düzeltemez: Her fiil, kökendeki Kaos'un, görünürde örgütlenmi§, özel bir durumudur. Kökü çağların başlangıcına dayanan bir girdabın içinde sürükleniriz; o girdabın düzen çehresine bürünmüşolması da, sadece bizi daha iyi kapıpsürüklemek içindir...)
  • 43. ÇÜRÜMENiN KiTABI EDEP KAYG I S I Ten acının dürtmesiyle uyanır; bu uyanık ve lirik madde, kendi eriyi­ şinin şarkısını söyler. Tabiattan ayırt edilemez olduğu müddetçe, un­ surların unutuluşu içinde serilip yatmıştır: Benlik tarafından henüz zaptedilmemiştir. Istırap duyan madde yerçekiminden kurtulur, evre­ nin artakalan kısmına anık bağlı değildir, kendini gevşemiş bütünden tecrit eder; zira bir ayrılık etkeni ve bireyleşmenin etkin ilkesi olan acı, istatistiksel biralınyazısının zevklerini inkireder. Hakikaten yalnız varlık, insanlar tarafından terk edilmiş olan değil insanlar arasında acı çekendir; kendi çölünü peşi sırapanayırlarda sü­ rükleyen ve mütebessim cüzzamlılık, tamiri imkansızlık komedyenli­ ği yeteneklerini sergileyendir. Eski zamanlardaki büyük yalnızlar mutluydular, ikiyüzlülüğü bilmiyorlardı.gizleyecek birşeyleri yoktu: Birtekkendi yalnızlıklarıyla söyleşiyorlardı... Şeylerle aramızda, ıstırabın etkisiyle gevşemeyen ve telef olma­ yan tek bir bağ yoktur; ıstırap bizi her şeyden kurtarır, kendi içinde saplanıp kalma ve geri dönüşsüz bir şekilde birey olma ihsası dışında her şeyden. Özünde cevherleşmiş yalnızlıktır bu. O andan itibaren ötekilerle, yalanın gözbağcılığıyla değilse eğer, hangi yollarla ileti­ şim kurabiliriz ki? Zira eğer hepimiz panayır cambazı olmasaydık, eğer bilgiç bir şarlatanlığın hünerlerini öğrenmiş olmasaydık, nihayet edepsizlik ya da trajedi düzeyinde sa11ıimf olsaydık yeraltı dünyaları­ mız okyanuslar dolusu kin kusardı, bu okyanuslarda kaybolmak şeref payemiz olurdu: Böylelikle onca acaipliğin ve yüceliğin yakışıksızlı­ ğından kaçmış olurduk. Eyüb, zamanında dunnuştur: Bir adım daha atsaydı, artık ona ne Tanrı, ne de dostları cevap vereceklerdi. (Cüzzamımızı haykırmadığımız. ölçüde, asırlar tarafından biçim­ lendirilmiş zarif yapmacıklığa saygı gösterdiğimiz ölçüde "uygarla§­ mış"ızdır... Yaşadığı saatlerin ağırlığı altında iki büklüm olmaya hiç kimsenin hakla yoktur... Her insan bir kıyamet imkiinını barındırır, ama her insan kendi uçurumlarını düz.leştinneye girişir. Eğer herkes yalnızlığını kendi ak.ışına bıraksaydı, Tanrı, mevcudiyeti her noktada kendimize karşı duyduğumuz o korkuya ve terbiyemize bağlı olan bu dünyayı yeniden yaratmak zorunda kalırdı... -Kaos mu? - Öğrenilen herşeyi reddetmektir, insanın kendiolmasıdır...)